BEKİR ALTINDAL ve "ALTMIŞLI YILLARDA ZİLE"
Baharda, baharın yaza erdiği aylarda Şeyh Ahmet Çamlığı'ndan, Hüseyin Gazi Tepesi'nden Zile'yi, yemyeşil Zile ovasını seyretmek, altmışlı yılların başında çocukluğumun en güzel anlarıydı. Lise sonrası öğrencilik yıllarımda Zile'ye dönüşte, Karayün Beleni'nden Zile'nin görünüşü, bu çocukluk duygularımı yaşatırdı.
Aradan yıllar geçti, Zile, Mecelle'de hüküm bulan "Zamanın ve ahkâmın değişmesi" kuralına uygun olarak kendi seyrinde, kendi yağıyla kavrularak değişti. Zile eski Zile değilse de, altmışlı yıllar ve ötesinden pek az özelliğini taşıdı günümüze. Yıllara, tekniğe, gelişmelere direnemeyen pek çok güzellik anılarda, kitaplarda, fotoğraflarda kaldı. Yıllarla birlikte eski Zile ve Zile âdetleri, yapısı birer birer kayboldu aramızdan ama, farkına bile varılamadı. Direnemedi âdetlerimiz düğünlerimiz, seyirlerimiz. Ancak her şeye rağmen bazı örf, âdet ve kültürümüz geldi günümüze kadar.
Altmışlı yılların başından sonuna kadar yaşayabildiğim, tespit edebildiğim, örf ve âdetleri, olayları çocukluk ve delikanlılık çağının gözlem ve duygularıyla aşağıda vermeye çalışacağım. Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer sözünün doğruluğunu ne derece vereceğiz bilemiyorum ama, bu satırları okuyanların, o yılları yaşayanları çocukluk, gençlik veya yetişkinlik dönemlerine götürmek bir tebessümünü, o günleri tekrar hatırlamalarını, yüzlerindeki hüzün ve sevinci görür gibi olmak en büyük dileğimizdir.
Altmışlı yıllarda bağ, bahçe, tarla olan pek çok yer bugün birer mahalle oldu. Patırdağın, Böngüldeğin suyu kesildi. Hıdırlık, Kiliseönü, Kargapınarı çevresi, Ağbaba, Dabana, Büyükbayır, Lığda Çukuru'nun bir kısmı, Reji binası çevresi, Boyuntarla, Çöplükbaşı, Celeppınarı civarı yerleşim yeri oldu. Dereboğazına, Ulukavağa doğru olan güzelim bağ ve bahçeler yerini evlere bıraktı.
Burada söz açılmışken Zile'nin bazı mevki isimlerini sayalım. Padırdak, Böngüldek, Kışla, Azarya, Karadini, Çoraklık, Meydanlık, Çakırkaya, Fenadere, Çiftegöller Bağları, Esvapçayı, Çaypınar, Celeppınarı, Kepirpınar, Arzupınar (Askerdüzü), Çukurpınar, Kargapınarı, Dereboğazı, Gâvurlar Sinnesi, Ağbaba, İsmaildede, Gezir, Tekkavak, Ağyazı, Fırtımançalı, Sivriçal, Bülbülyuvası Keklik Bayırı Ferhatoğlu Kayası, Arılık, Dabana, Büyükbayır, Balçıkhisar, Duayeri, Porsukçukuru, Oğlanderesi, Saraççayı, Merdivenlikaya, Boduçoğlunun Kavağındibi, Lığdaçukuru, Kınalıçal, Kovukkaya, Kiremitçi, İğdeligöller, Çırçır, Hıdırlık, Kiliseönü, Güneyçalı, Bağlıca, Kuyucak, Ayşede. Yine Zile’nin bilinen bazı yer isimlerini de vermeden geçmeyelim. Boğazkesen, Sıraköprüler, Çaymahalle, Kıyımahalle, Kışlamahalle, Çöplükbaşı, Davunlu Dede, Kayacık, Gobuldeliği, İmambahçesi, Yüksek Kaldırım, Arasta, Uzunçarşı, Hapan, Daşan, Boyuntarla, Körhüseyin Çeşmesi, Kalebayırı, Reji..
Altmışlı yılların başında, Hükûmet Binası'nın karşısında ahşap, kerpiç geçmeli tek ve iki katlı kiremitli binalar ve bu yerlerdeki işyerleri, Zonguroğlu Ahmet'in kahvesi, İş Bankası, şimdiki Mehtap Lokantası, Lokantacı İbrahim'in havuzlu lokantası, Suphiye Gerçek Eczanesi, yukarı köşede CHP ilçe binası, altköşe tarafında Mavi Köşe Bakkaliyesi şimdiki İş Bankası'nın yerinde Şule Kahvehanesi, arka sokakta postane, onun yanında köşede Kara Ziya'nın evi, eski dispanser ve daha sonra 59 - 60 yıllarında kullanılan Kültür Derneği, Belediye Sarayı'nın yerinde eski cumbalı, balkonlu Zile evleri. Bugün bunlar yok. Belediye Sarayı yapımı için yıkıldılar. Fotoğraflarda kaldılar.
Boğazkesen girişinde iki katlı bahçeli Kız Sanat Okulu bizi karşılardı. Şimdi yerinde park olup, bir ağaç kaldı sadece. Kaleye çıkarken Necmi Muammer İlkokulu'nun binası yıllarca önce Ortaokul ve daha sonra İlkokul olarak Zile'ye hizmet vermiş önemli bir tarihî eser iken korunamadı. Bir gecede yanarak kül oldu. Yerine okul yapıldı. Bu okul binasının yanında yol kenarındaki düzlükte Zile'nin ilk buharlı elektrik santralinin temelleri halâ durmakta.
Kale Ortaokulu (Eski Askerlik Şubesi)
Karşıda eski kışla binalarında Erkek Sanat Okulu ve yolun solunda atölyeler vardı. Bu Sanat Okulu binasında 1966 yılında Kale Ortaokulu açıldı. İlerde saat kulesi ve kale duvarları. 1962'de ihtilâl sonrası Kaymakam ve Belediye Başkanlığı yapan Hüsmen Erdoğan'ın gayretleri ile bu surlar oldukça tamir gördü ve bugünlere ulaştı. Yoksa bu günlere kadar ayakta kalması mümkün değildi.
1962 - 1965
Surlardan Zile'nin dört tarafını seyrettiğinizde tek tük beton bina görülürdü. Kaymakamlık, eski ve yeni Belediye binaları, İstasyon Caddesi'nde eski Ziraat Bankası, Lise, Hapishane altmışlı yılların ikinci yarısında yapılan Erkek Sanat Okulu, (Endüstri Meslek Lisesi) İmam Hatip Okulu ve diğer İlkokullar ile şehir merkezindeki bazı binalar sayılabilir.
Hastane yeni yapılmıştı. Altınevler'in yeri önceleri Hıdırlık ve Muharrem Dede diye anılan mezarlık iken altmışlı yıllarda kaldırılarak Altınevler yapıldı. Çekerek Caddesi'nde Saraç Çayı üstündeki köprüden geçtikten sonra sağ tarafta top sahası, solda iki benzinlik, birkaç ev ve caddenin devamında ilerde sağda, hapishane ve solda Lise binası vardı. Büyük bayırdaki mezarlık da kaldırıldı bu yılların başında. İstasyona giderken sağda Pancar Kooperatifi Bölge Binası vardı. Amasya Caddesi'nde bağların başladığı yerde solda Mumcuların Mal Müdürleri'nin Hafız Ağa'nın Reji binaları ile şimdiki Bağkur İş Hanı'nın yanındaki Taşhan Zile’nin önemli eski binalarıydı. Yetmişli yıllarda yıkıldı zannedersem.
Hapan şimdiki Bağkur İş Hanı'nın yerinde iken Salı, Cuma günleri geçilmez olurdu. Bedesten Câmîi'ne bitişik Müftülük ve Kütüphane hizmet verirdi Zile'lilere. Yıkıldı, park yapıldı bu yerler.
Hapanın üst tarafında Daşan’da seyyar sebze ve karpuz sergileri kurulurdu, alışverişlerde alınan yiyecek, sebze ve meyve kese kâğıtları ve filelerle taşınırdı. Şimdiki Postane'nin yeri Şehitlik idi. Bu yıllarda yerine postane yapılmıştı.
Kaleden bakıldığında sık aralıklarla minareler görünürdü. O yıllarda 32 adet câmi olduğu kayıtlardan anlaşılmakta. İlk hoparlör sistemi Ulu Câmi'ye takılarak, ezan hoparlörlerle okunmaya başlanmış ve bunu Dabakhane, zaman içinde diğer câmiler takip etmişti. Önce Ulu Câmi'den ve daha sonra da Dabakhane Câmîi'nden merkezî sistemle diğer câmilere vaazlar başlamıştı bu yılların başında.
1960 yılında İhsan Sarısoy, 1960 - 1963 arası Kaymakam Hüsmen Erdoğan ve 1963 tarihinden 1972 yılına kadar Osman ÇETİN Belediye Başkanlığı yapmıştı. Yine 1960 - 1970 arası Kaymakamlar ise tespit edebildiğimiz kadarıyla İbrahim Kaynak, M. Nedim Kalıpçıoğlu, M. Cezmi Terzioğlu, M. Sabri Yorulmaz, Dursun Toprak ve Süreyya Şehitoğlu idi.
Elli'li yılların sonlarından itibaren Zile'nin yağlı algun tâbir edilen yeraltı kanalları, kanalizasyon olarak yeniden yapıldı. İçme suyu şebekesi döşendi. Bütün sokakların peyderpey kaldırımları yapılarak şehir çamurdan kurtarıldı. Elektrik direkleri ve lâmbalarla donatıldı sokaklar. İlçenin imar faaliyetlerine başlanmıştı bu yıllarda.
Birinci sınıf olarak Belediye Oteli ile ikinci sınıf Yıldız, Güneş, İstasyon Oteli hizmet vermekteydi. Üç park, iki çocuk bahçesi bulunmaktaydı. İyi vasıflı lokantalar ise, Şehir, Buluş ve Kime Ne Lokantası idi. Merkez nüfusun büyük bir bölümü el sanatları, ticaret, tarım ve bağcılıkla geçinirdi. Zile ulaşımın yaygınlaşması, nüfusun artması sebebiyle 60'lı yılların başından itibaren yurtiçinde başta İstanbul olmak üzere Ankara, Kırıkkale, Kayseri, İzmir, İzmit ve Bursa gibi illere göç vermeye başlamış olup, halen bu göç devam etmektedir. Temennimiz odur ki Zile'de ve Zile dışında yaşayan Zileliler'in yatırım yapmaları ile bu göç dursun. Yine Zile o yıllarda nispeten de olsa yurt dışına (başta Almanya) göç vermişti.
Altmışlı yılların başlarında Fikret TARHAN, Kemal TARHAN, Osman UĞUREL, Mehmet SEZEN, Remzi SEZGİ, Fuat SEZGİ, Suphiye GERÇEK, Mustafa KUNDAK, Muhittin KILIÇ, İlyas TEKKÖKOĞLU, Mahmut SAYINALP, Tekin ve Hulusi SEREZLİ isimli fedakâr ve Zile sevdalısı büyüklerimizin kurduğu Zile Kültür Derneği ve bu Derneğin çıkardığı Çağıltı isimli dergi ile Zile'ye hizmet vermiş iseler de dönem ortalarından itibaren yayımına son vermiştir. İlk sayısı Hüseyin HOŞCAN Bey'in matbaasında basılan Çağıltı Dergisi, yetmişli yıllarda ikinci dönemde Asım Turgut YEŞİLTAN, Hulusi Serezli, Mehmet Yardımcı, Mehmet Ali ERDİN ve diğer büyüklerimizce tekrar çıkarılmış, ancak yayım hayatına devam edememiştir.
Yine 1963 yılında Kaymakam Hüsmen ERDOĞAN Başkanlığında, Mithat ÇAMSOY, Fikret TARHAN , Yılmaz NADİR, Hulusi SEREZLİ, Bekir TELKENAROĞLU, Osman UĞUREL, Feyzullah KOCATÜRK, Dursun TEKE, Fethi ALACALI, Ferit İSKİT, Mahmut ŞENGÖR, Mustafa ŞENGİZ, Bahri AYTER isimli büyüklerimiz Turizm Derneği'ni kurmuşlar ve yıllarca Zile kültürüne hizmet vermişlerdir. Fedakârlık isteyen böyle bir kültür hizmetine Zile'nin ihtiyacı olduğu da bir gerçektir.
Şu anda Zile'nin yetiştirdiği aydın gençler ve öğretmenlerinin öyle bir derdi ve sorumluluğu yok herhalde Zileliler'e karşı. Daha sonra yukarıda isimleri geçenlerce kurulan Zile Turizm Derneği ve Mehmet SEZEN' in gayretleri ile 1964 - 1968 yılları Zile Kiraz Bayramları önce 8 mm'lik, sonra ise 16 mm'lik kameralarla çekilmiş ve 40 dakikalık Zile tanıtım filmi hazırlanarak, önemli bir hizmet verilmiştir. Yine bu filmler doksanlı yıllarda Mehmet SEZEN ve eski Belediye Başkanı Şükrü SERİMER'in gayretleri ile video bantlara aktarılarak çoğaltılmıştır. Zile TV'de zaman zaman heyecanlanarak, gururla seyrettiğimiz bu eski Kiraz Bayramları'nı bizlere ulaştıran gerçek, fedakâr Zile sevdalıları büyüklerimize şükran duymamak elde değil.
Kültür Derneği o yıllarda Türk Sanat Müziği, Orta Oyunu, Tiyatro, Halk Müziği dallarında çalışmalar yapmıştı. Ayrıca akordiyon, bateri ve marakastan meydana gelen küçük bir caz takımı kurulmuş, bateride Fikret Tarhan, akordiyonda Mehmet Sezen, marakasta Bahri Ayter eşliğinde bir çok balolar verilmişti o günlerde. Hayati ERYİĞİT ile Mahmut ATAGENÇ yapışık ikizler olarak anılırdı. Ali KOÇÇOBAN, Mehmet SEZEN, Fuat BAŞDOĞAN, Kemal TARHAN, Sezai ERCANLI, Ferit OKTAR, Şeref ATAGENÇ, Mehmet Ali ERDİN, İsmail ÖZUS (Bestekâr, Solist), Nebioğlu ŞAHİN, Öğretmen Gündüz BÖKE o yıllarda bu dallarda hizmet veren büyüklerimizdi. Yine o dönemin aydınları tarafından kurulan dernekler aracılığıyla, sık sık tiyatro oyunları getirilerek sahnelenmesi sağlanır, dönemin ünlü sanatçıları getirilerek, Zileli hemşehrilerimizin seyretmesi sağlanırdı.
Ulaşımın kolaylaşması, radyonun yaygınlaşması ile Zile kültür faaliyetleri altın yıllarını yaşamıştı o yıllarda aydınlarıyla. Aykut Sineması'nın sahibi Mahmut AYKUT dernek ve kültür çalışmalarına sinemasının kapılarını açarak büyük destek vermişti. Şehir Kulübü Zile’nin ileri gelen eşrafının, hâkimlerin, doktorların, avukatların, öğretmenlerin, üst düzey görevlilerin uğrak yeriydi.
1960 öncesi pek çok gazete çıkarılmış ise de yayınına devam edememiştir. Zile Postası Gazetesi 1960 yılında Sayın Hüseyin Hoşcan tarafından çıkarılmaya başlamış ve günümüze kadar Zile ve Zileliler'e unutulmaz hizmet vermiştir. İlçede gazeteler Kültür Mustafa namıyla bilinen kitapçıda satılırdı. Bütün kitapçı ve kırtasiyeci Zileli için kültür olarak bilinirdi. Bütün otobüslerin Zileli için Azimkâr olduğu gibi. Bir de İstasyon Caddesi'nde Pekuz Kitabevi vardı.
Okuma yazma bilmeyenler bir zarf bir kağıt alıp, okuma yazma bilen komşunun çocuğuna getirir, askerdeki oğluna, yeğenine, torununa mektup yazmasını isterdi. Mektup yazacak çocuk genelde ne yazacağını bilmez, yazdıran bir şeyler söyler, bunun üzerine mektuba; "Sevgili ....., Mektubuma başlamadan önce üzerime farz olan Allah selâmını sunar, kara gözlerinden hasretle öperim. Buralarda hava iyi, oralarda nasıl?" diye başlanır, esas yazdırılacaklar yazdırılırdı. Askerden gelen mektupta; "Sevgili ....., Mektubuma başlamadan önce üzerime farz olan Tanrı selâmını sunar, gülden nazik, pamuktan yumuşak ellerinden hasretle öperim. Beni soracak olursanız hamdolsun iyiyim." diye başlanır, ailedeki herkesin ismi sayılarak teker teker ellerinden veya gözlerinden öpülür, mekbubun sonuna 'kestane kebap, acele cevap' diye yazılıp, bir de ağzında mektup olan kuş resmi çizilir, postaya verilirdi.
Mahallemizin postacısı başında gri şapkası, sırtında çantası, elinde mektupları ve klâsikleşmiş gri elbisesi ile Amasya Caddesi'nin köşesinden dönüp Partal Sokağa doğru yöneldi mi merakla kimin kapısını çalacağı beklenirdi. Muhittin YANAR, Sadık UĞURTAY, Mustafa KURT, Sadık BOYRAZ, Mehmet, Mustafa KUZU bizlere ve sizlere kimbilir ne sevinçli mektup ve kartlar getirmiştir kimbilir? Atlı Postacılar ise Ömer ALTINSOY, Faruk AKSOY, M. Turgut TOPBAŞ idi.
Bazı halk âşıklarının o günlerin acı olaylarına yazdıkları tek sayfa olan destan denilen şiirleri, boynunda asılı teybe belli bir makamda okunmuş olarak destancılar tarafından çarşıda, mahalle aralarında 25 - 50 kuruşa satılırdı. Doç. Dr. Özkul Çobanoğlu’nun ‘Âşık Tarzı Kültür Geleneği’ isimli kitabında, Zile’nin Hatippınar Köyü'nden Âşık Emin DÜŞTÜ, 1948 - 1952 yılları arasında yazdığı destanları 20X30 cm ebadındaki kâğıtlara Zile’de bir kuruşa bastırıp, beş kuruştan çarşıda, pazarlarda sattığından bahsetmektedir.
Yine o yıllarda Hükûmet Binası'nın yanında ve eski Belediye'nin önünde şipşakçı fotoğrafçılar sandalyeye fotoğraf çekilecek kişiyi oturtturur, arkasına siyah bezden bir fon çeker, üç ayak üzerindeki makinanın arkasına geçip, örtünün altına girip fotoğraf çekerler, suda arabı (negatif poz) bekletip, kuruttuktan sonra siyah beyaz olarak çoğaltırlardı.
Aile fotoğrafları çekilip aileden askarda olana gönderilirdi. O dönemin fotoğrafçıları Foto Nevzat Eken, Muzaffer Ak (Foto Ak), Kemalettin Aydın, (Foto Yıldız), Selim LOREL, Mustafa ve Hamdi Uzel ve Sami KOÇ idi. Kemalettin Şendoğdu ise amatör fotoğrafçılık yapardı.
Asker fotoğraflarında sol el çenede ve saat görünecek şekilde pozlar verilirdi. Hislon, Zenit, Nacar marka saatler yaygındı. Orta yaş üzeri ise Demiryol ve başka marka gümüş köstekli kapaklı saatleri yeleklerine çapraz olarak takarlardı. Fotoğrafçı Kemalettin Aydın'ın fotoğraf stüdyosunun vitrinindeki fotoğraflar şimdi bizleri o yıllara götüren birer anı olarak durmakta.
Zile'de Fethi ALACALI, Şükrü Onur, Şevket Baştürk, Macit GÜRSOY,Nihat ve Mithat ÇAMSOYLAR, Osman ÇETİN, Ruhi KOCA, Muammer ALPAYDIN, Osman UĞUREL ve Kemal ERSOY o yılların avukatlarıydı.
O yıllarda İlçe merkezinde dahi kasket giyenler çoğunlukta idi. Erkekler sahu (ceket) içine yelek darlama (köylerde dallama denirdi) ve işlik giyerdi. Ceket yakaları geniş iken 60'lı yılların sonuna doğru üç düğme ceketler moda olmuştu.
Yine bunun yanında 70'li yıllara girilirken İspanyol paça pantalonlar gençler ile genç kızlar arasında yaygınlaşmaya başlamıştı. Kadınlarda dar ve pileli etekler ve boydan bütün elbiseler gözde idi.
Ayakkabıcı esnafının yaptığı potinler, kıyılanmış kavelye, fabrikasyon olarak imal edilen soğuk kuyu ve kara vagun olarak tâbir edilen lâstik ayakkabılar, kışları Zile'de yapılan mes ve mes lâstikleri, naylon ayakkabılar, cizlavatlar giyilirdi. Zile Arslan ve Tepe Lastik Ayakkabı Fabrikaları lâstik ayakkabı imal ederdi. Çocuklar için naylon ayakkabı ve çedikler birer sevinç hediyesiydi. Köylülerde tektük çarık giyenlere rastlanırdı altmışlı yılların başlarında.
Özellikle köylerden bazı insanlar bugün otantik olarak bilinen mahalli kıyafetleri ile gelirlerdi Zile'ye. Uzun çarşıda Çardak Kahve'nin altında lokantacılık yapan Karabacağın Mustafa Emmi'nin burma bıyıkları ile paçaları dar ve düğmeli cepleri el genişliğinde pantolonu, körüklü siyah çizmesi, ceket ve yeleği, yeleğinde çapraz takılı köstekli saati ile hoş ilginç bir giyinişi vardı. Kadınlar yazlık siyah boy bürük, kışın yarım şal bürükle çıkarlardı dışarı. Bürüklerle yemeniler ağız hizasına kadar örtülürdü. Şeşon denen naylon çoraplar kadınlarca pek tutulmuştu.
Hastahane yeni yapılmıştı. Ortaokul, Lise yapımı için dernek kuran Zileli doğumevi için de dernek kurmuş Zile'ye bu eserleri kazandırmıştır.. Bahçesindeki Muharrem Dede isimli evliya korumaya alınmıştı. Op. Dr. Süleyman KİHTİR, Op. Dr. Nazmi AHISKALI, Orhan YALMAN, Orhan KÖKSALAN, Sırrı ONUR, Ali Bey, Haydar ÇAĞLAR, Diş Dr. Şehabettin ŞENLER, hatırladığım doktorlardı. Kocatürk ve Suphiye GERÇEK ve Erdin (Bahattin ERDİN) Eczaneleri hizmet verir ve pek çok ilâç da bu eczanelerde yapılırdı. Bu yılların sonlarına doğru Eken Eczanesi açılmıştı. Pire ve bite karşı en etkili ilaç DDT olup, sulandırılarak el pompalarına konup odalara, giyeceklere, yatak ve yorganlara sıkılırdı. DDT'ci Mehmet Emmi eski şadırvanın yanında DDT satardı.
Ortopedi doktoru olmadığından kırık çıkıklarda sınıkçılara gidilirdi. Bildişli Kâzım, İğdirli Tahtalı Mehmet Usta, Fırtımanlı Bektaş KOÇAK o yılların bildiğim sınıkçıları idi. Sadık BİLDİŞ, Ahmet PARLAKTAŞ (TAŞÇIOĞLU), Kocatürk Eczanesi'nde çalışan Abdüsselam BAYRAMOĞLU, Sıhhıye Mustafa, Selahattin ÖZGÜR, Osman GÜR, Sıhhiye Kadir yine o yılların tanınmış sıhhiyeleri idi. Zonguroğlu Kemal ayakta diş çekerdi. Yine Berber Hamdi de dişçilik yapardı.
Zile'nin o zamanki mahallelerinde evler genelde iki ve üç katlı ahşap, kerpiç geçmeli binalardı. Duvar örmek için büyük kerpiç kalıpları ve dolma geçmek için küçük kerpiç kalıplarına samanla karılmış, meydan toprağından yapılma çamur dökülür, boş arsalarda kurutulurdu. Meydan toprağı Turhal yolundaki Tekağaç civarından at arabaları ile getirilirdi. Yeni yapılan evlerin çatısına tavan (kiremit) yerleştirildiğinde bayrak dikmek ve helva yapmak âdettendi. Pek çoğu iki katlı, bir, iki veya üç mağlı ( bir mağ bir oda genişliğinde, yaklaşık 3 - 4 metre yola bakan cephe uzunluğu olup, evin iki odası genişliğinde yola bakıyorsa 2 mağ, bir oda genişliğinde bakıyorsa bir mağ ) olarak yapılırdı. Kuyusu, şınevatı, (üzüm sıkacağı) ocaklığı, kileri, bölmesi, ahırı, samanlığı olan evlerdi.
Eski evlerde genelde taşlık, kışlık bölme, makat (sedir) ve cağ bulunurdu. Evlerin kapılarında tokmak veya şakşaklar takılırdı. Tokmak veya şakşak çalınca ev sahibi aşağı inmeden kapıya bağladığı ipi yukarıdan çekerek açardı. Kapılara anahtardan başka çıt yaptırılır, anahtarla kilitlenmeyen durumlarda kapı çıt ile açılırdı. Özellikle köylerde kapı üstlerine üzerlik, boncuk ve yumurta asılırdı âdet olarak. Bazı evlerin yanında bağ damı veya ocaklık vardı. Bunlar eve bitişik damlı yerlerdi. Damlara Dereboğazı'ndan çorak getirilir, loğ ile düzlenirdi. Bu yıllardan önce yapılan ve özellikle Amasya Caddesi'nin üst tarafında Kislik Mahallesi'nde bulunan evlerin altından KEHRÜZ denen sistemle evlerin suyu sağlanır, su kanalının geçtiği her evin bir yerinde kare şeklinde kapaklı bir yer bulunur, evin su ihtiyacı buradan tas tas alınırmış. Kehrüze düşen tas, alt taraftaki evlerden çıkarmış. Bu sisteme yetişemedim ama büyükler anlatırdı.
Ağbaba yolunda, Hastanenin altında elektrik santralinde elektrik üretilirdi. Bu santralden önceleri akşamları ve öğle ajanslarında elektrik verilirken, Belediye Başkanı İhsan SARISOY döneminde gündüzleri başlangıç olarak bir ay devamlı elektrik verilmeye başlanmıştı. Daha sonraları enerji tüketiminin hızla artması sonucu ikinci ve üçüncü makinaların da devreye girmesiyle sanayi kesimine de elektrik verilmeye başlanmıştır. 1964 yılından itibaren demir direkler dikilerek şehir elektrik şebekesi ile donatılmıştı. Altmışlı yıllarda Almus Barajı'nın üretime geçmesiyle Zile enterkonnekte elektrik sistemine bağlandı.
Mahmut Aykut Bey elektrik üzerine pek çok eleman yetiştirmiştir o yıllarda. Pek çok evde henüz elektrik yoktu. Evler beş, yedi, on dört numara camlı gaz lâmbalarıyla, lükslerle, aydınlatılırdı. Ahırlarda ise genelde idare kullanılırdı. Mutfaklarda şömine denen ocaklarda veya gaz ocaklarında yemek yapılırdı. Gaz ocağının başlığının altındaki ispirto haznesine ispirto konur, kibritle tutuşturulur, ocağın başlığı ısınınca deposundaki gazyağı pompalanarak yakılırdı. Daha sonraları mutfaklara Milangazlar (likit gaz ocakları) girdi lüks olarak.
Pek az evde manyetolu telefon vardı. Telefonun kolu birkaç defa çevrilir, karşıdan postane görevlisi çıkar, ona istediğiniz kişiyi veya numarayı söyler, görevlinin bağlaması üzerine ile konuşulurdu. Tektük olan gramofonlar, taş plâklar yerini pikap ve plâklara bırakmıştı. Evlerde, bağ ve bahçelerde pilli, ceryanlı radyolar çalınırdı. Ajanslar (haberler), arkası yarınlar, radyo tiyatroları, yurttan sesler, fasıllar, maç yayınları en fazla rağbet gören radyo programları idi. 70'li yıllara girilirken Ankara ve İstanbul'a gidip televizyon yayınını seyredenlerin Zile'ye gelmelerinde anlatmaları merakla dinlenirdi.
Buzdolapları henüz yaygınlaşmadığı için yiyecekler kilerlerde, tel dolaplarda, çamdılara (tavana) asılan bez torbalarda, ayrıca kuyulara sarkıtılan sepetlerde, küplerde saklanırdı. Yazın akşamları Kör Hüseyin suyu taşırdı çocuklar yorgun babalara. Kör Hüseyin çeşmelerinden birisi Kışla Mahallesi'nde Şekerci Salim ŞENDOĞDU'nun evinin önünde, birisi Amasya Caddesi'nden Kışla Mahalle'ye ayrılan sokak köşesinde beş altı merdivenle inilen çeşme ile Işık Hamam'dan aşağıda Nazilin Memet'in dükkânının önünde, bir diğeri de Amasya Caddesi’nde şimdiki Belediye araç garajının olduğu yerdeki Ulaş Sineması'nın arkasında odun pazarı çatında idi.. Sonraları kayboldu suyu.
Genelde eski evlerde kuyu bulunurdu. Yine pek çok evde, köşe başında soku taşı ile evlerde ekseriya esvap taşı vardı. Soda ve küllü su ile çamaşır yıkanır, esvap taşlarında tokuçlanırdı. Tokuçlar ağaçtan saplı ve oval bir şekilde boy boy büyüklükte yapılır ve satılırdı. Büyük kazanlarda bulgur kaynatılır, cıvlara (kenevirin saplarının iple birbirine bağlanması ile yapılan ev gereci) tarhana serilir, sokularda konu komşu kızlı erkekli tokmakla yarma, bulgur dövülürdü. Fazla miktardaki bulgur setenlerde dövülmeye götürülürdü.
Bazı mahallelerde bulunan setenlere tek at koşulur, belli bir ücretle dövdürüldükten sonra getirilip, kurutulurdu. Evlerde konu komşu belli zamanlarda imece ile bir araya gelip değirmen taşlarında bulgur, yarma çekerdi. Genelde iki üç veya dört kişi ile bulgur çekmede birisi arada avuç avuç bulguru değirmen taşının ortasındaki delikten gerimşeğin üzerine dökerken maniler, türküler söylenirdi.
Turhal yolu yeni asfaltlanmıştı o yıllarda, Çekerek yolu henüz asfalt değildi. Asfalt olmayan yollara şose denirdi. Şehir içinde faytonlar çalışırdı. Şimdiki onbir katlı binanın köşesinde ve Turhal Caddesi'nde Şehir Hamamı'nın yanında fayton durakları bulunurdu.
Kim bilir Mehmet Ali KARABOĞA, Bekir Usta, Faytoncu Necmi, Abdullah Usta, H. İbrahim GÜMÜŞDİŞ, Gani MENTEŞ, Hasan BAŞBEKLEYEN veya Dursun KOKULUBEY’in faytonuna binip evinize, misafirliğe veya bağa gidip gelmiş olabilirsiniz o günlerde.
Şehir dışı çalışan Chevrolet, Ford, Opel, Wolkswagen marka araba, pikap ve minibüsler vardı. Avukat Mithat Çamsoy'un Chevrole'si, Doktor Orhan Bey'in Opeli ve Müdürümüz Asım Ozan’ın lâcivert Wolkswagen'i kalmış hafızamda. Hele Çavdaroğlu Kemal'in 62 model Skoda Station'u vardı ki taksi yokluğunda Zile'deki bütün gelinleri o çıkarırdı. Çekerek yolunun ve köylerin en iyi ulaşım aracı Land - Rower jiplerdi. Eski tip minibüsler çalışırdı Turhal'a. Önden iki lâstiği bitişik Oliver, Massey Harris, Major Fordson, Fiat, Magirus 35'lik, 45'lik Hanomag, 35'lik, 65'lik Massey Ferguson marka traktörler çalışırdı tarlalarda.
Ankara'ya İstanbul'a Azimkâr'ın seferleri başlamadan önce Turhal'daki otobüs servisleriyle Ankara'ya gidilirdi. Sonraları şimdiki Adliye Sarayı'nın yerinde bulunan garajdan şahıs otobüsleri Ankara'ya sefer yapmaya başladılar. Daha sonraları ise müteşebbis otobüsçüler birleşerek Azimkâr Otobüs Şirketi'ni kurdular. Bussing, Man, Havalı Apollo (Magirus) marka otobüslerle hizmet verirlerdi. Havalı Apollolar yeni çıktığında, ne geçti, magirus geçti sözü meşhur olmuştu. Şehirlerarası otobüslerde bagajlar üste yüklenirdi. Tahtadan yapılma renkli süslemeli, kilitli bavullar yüklenirdi otobüslere.
Küreği büyüğün fordu kaldı hafızalarda. Rahmetli Ejderin Elmadağ’da kazada hayatını kaybettiğini hüzünle hatırlıyorum Bir Kiraz Bayramı öncesi Karayün Beleni'nde freni patlayan Azimkâr’dan atlayan Öğretmen Mustafa Vural’ın tıp öğrencisi oğlu ölmüş ve otobüs sağ salim Zile’ye ulaşmıştı. Bu acı olay bütün Zileliler'i derin üzüntüye boğmuştu o günlerde. Altmışlı yılların sonuna doğru Mercedes Benz'ler çıktı piyasaya.
Şehir içinde sepetli Planet marka Rus motorlarına rağbet fazlaydı. Ahmet ODABAŞOĞLU'nun ithal ettiği bu motorsikletler rahmetli Âşıkoğlu Necati AKYUNAK'ın Altınevler Mahallesi'ndeki evinin arka bahçesinde onlarca, dizi dizi satılmayı beklerdi. Stadion marka küçük motosikletler yeni yeni çıkmıştı. Öğretmenler Mithat Beki, Suphi Kılıç ve Bekir Demirsal’ın bu Stadion marka motosikletlerinin sesi duyulurdu caddelerde. Sivas - Samsun yolculukları genelde buharlı trenlerle yapılırdı. Askere gidenler istasyonda uğurlanırdı. Zile istasyon arası tozlu yolda eski Ford otobüsler sonraları minibüsler yolcu taşırdı. İstasyonda buharlı trenleri seyretmek, trenlerin uzaktan duyulan ve gurbeti, sılayı çağrıştıran o tiz düdük sesleri ürperti ve bir başka heyecan verirdi. Bugün o düdük sesine hasretiz artık.
Âşıkoğlu Necati AKYUNAK
ZİLE YOLLARI
Bir beyaz mendilin sallanışını,
Unutmam o gece ayrılışını.
Silemem gözümün coşkun yaşını,
Uzayıp giden o Zile yolları.
Altmışlı yıllardan önce sık sık Zile’ye gelen deve kervanları, altmışlı yıllarda seyrek gelirdi. Amasya Caddesi'nin bitimindeki Ören'de eğlenirdi develer. Bazen de akşam üstleri "Develer geldi" diye bağırırlardı Tekke Hamam Sokağı'ndaki çocuklar. 1964 yılında mahallenin çocuklarıyla beraber Ahmet Ergin AKYUNAK'ın ellerini tutan Fatma Saliha AKYUNAK koşarak giderlerdi izlemeye develeri. Nadiren gelen develere açıkta hayran hayran bakarlardı. Ağabeyinin elini tutuşundaki güvenle hayvanları görmenin mutluluğunu duyumsarlardı minicik yüreklerinde. Develer şimdiki Postahane'nin cıvarındaki handa konaklamaya gelen tüccarlarla birlikte eğlenir ve dinlenirdi.
Erkek Sanat Okulu, (şimdiki Endüstri Meslek Lisesi) çevre ilçelerin en iyi okuluydu. Zile Ortaokulu da altmışlı yılların ortalarında Zile Lisesi oldu. O yıllarda liseler ilçelerde açılamıyordu Lise Yaptırma Derneği Başkanı rahmetli Arif Hoca, Mahmut AYKUT, Coşkun ERTEPINAR, Fikret TARHAN ve Sayman Hüseyin ÖZVER, Haydar ÇAĞLAR, Şehabettin NADİR, Bekir Telkenaroğlu, Halit ÖZÜTÜRK, Lütfi KAYRAN, Osman UĞUREL, Mehmet ŞENGİZ, Osman BAŞTOPÇU, Osman ÇETİN, Macit GÜRSOY ve şu anda isimlerini tam tespit edemediğim dernek üyelerinin üstün gayretleri ile Lise açılabildi.
Zile’nin aydınları Lise için 10 yıl emek vermişlerdi. Lise’den mezun olanlar ve halen okuyanlarla okuyacak olanların bu Zileli büyüklerine şükran duyguları olmalıdır. Bu yılların sonlarına doğru Lise Mahallî Radyosu Lise Müdürü Cemal ÖZDEMİR ve Mehmet SEZEN' in gayretleri ile kurulmuştu. Kısa dalga 42 metreden birkaç saat amatörce çevreye yayın yapardı. Kız Sanat Okulu ve İmam Hatip Okulu'ndan başka, İstiklâl, Sakarya, Necmi Muammer, Hüseyin Gazi, Altınyurt ve İstasyon İlkokulları öğrenim verirken, Cumhuriyet ve Atatürk İlkokulu açılmıştı dönem başlarında. 1967 kayıtlarına göre, 116 köyden 86'sında ilkokul bulunmakta ve Zile merkezde ise, 8 ilkokulda 79 öğretmen ve 3.462 öğrenci ve köylerde ise, 172 öğretmen, 7.480 öğrenci öğrenim görmekteydi. Orta öğretimde ise, 63 öğretmen ve 2.145 öğrenci ile öğrenim yapılmakta idi. Kız Sanat Okulu bu yılların başlarında açılmıştı.
Altmışlı yılların sonlarına doğru şimdiki Fevzi Çakmak Ortaokulu İkinci, Alparslan Ortaokulu da Birinci Ortaokul olarak eğitime başlamıştı. Okullar bayramlara yavrukurt kıyafetiyle katılırdı. Ortaokul, Lise, Sanat okulu, Kız Sanat Okulunun kız ve erkek öğrencileri kartal armalı şapka giyerlerdi.
İlk olarak Erkek Sanat Okulu yeşil beyazlı bando takımını, daha sonra Zile Lisesi kırmızı beyazlı bando takımını kurmuştu.
Bando takımlarının trampet derileri arkadaşım Halit Ayata’nın Dedesi, mahalleli ve sokağımızın çocuklarının çok sevdiği komşumuz Dabak Eşref Usta ve diğer dabaklara yaptırılırdı.
Fevzi Çakmak Ortaokulu Bando Takımı Öğretmenleriyle
İlk okullardan ise ilk bando takımını İstiklal İlkokulu'nun kurduğunu hatırlıyorum. Bu yılların ortalarında İlyas Hoca'mız Hüseyin Gazi İlkokulu'nda karma bir mehter takımı kurmuştu.
O zamanlar millî bayramlar Hükûmet Konağı'nın önünde yapılırdı.
Cumhuriyet Bayramları'nda demirci, bakırcı, mazman, marangoz, kalaycı, manav, saraç gibi esnaf at arabalarını veya traktör vagonlarını bayraklarla donatıp, resmi geçide katılırlardı.
29 Ekim 1969 Cumhuriyet Bayramı'nda Berberler Derneği Tören Geçitinde
70'li yıllara doğru arkadaşımız ve Zile Gençlik Spor’un kalecisi Ahmet YAPRAKDAL'ın judo gösterileri özellikle gençleri ve çocukları heyecanlandırırdı. Yine Mehmet KARAKALKAN'ın İkinci Ortaokul'daki (Fevzi Çakmak) basket ve voleybol teşvik ve çalışmaları, diğer okullarda sevilmeye ve önem verilmeye başlanmıştı.
Kışla Mahallesi'nden Gazi İsmail (Özgür) Emmi ile ismini bilemediğim bazı gaziler gazi kıyafetleri ile her bayrama katılırdı. Altınyurt İlkokulu yıkılıp yerine şimdiki Özel İdare Binası yapıldı daha sonraları.
Sert disiplinli okul müdürleri ve öğretmenler uzaktan görününce çocuklar yollarını değiştirip sokakta ve çarşıda görünmemeye çalışırlardı. Bazı Müdürler, geceleri sinema önlerine, kahvehanelere gelerek talebe kontrolleri yapardı. Cemal ÖZDEMİR, Kemal GÖZCÜ, Lütfi IŞIK, Asım OZAN, Fehmi FELEK, Bekir TELKENAROĞLU, Muhittin GÖKALP, Osman BAŞTOPÇU, Fikret TARHAN, Rıfat BAŞDOĞAN, Ömer AÇIKEL, Tahsin GÜLTEKİN, Osman BAŞDEMİR, Veli ULUEKMEKCİ, Seyit SANVER, Yakup Lütfi SEREZLİ ve Muhsin DEMİRCİ, hatırlayabildiğim kadarıyla o dönemin okul müdürleri ve öğretmenleriydi. Benim ilkokul öğretmenim ise Saadet KARTARI idi. Köy öğretmenleri o günün zor şartlarında ayda bir maaş almak için jiple, yaya, atla ilçe merkezine gelirlerdi.
Lise, Erkek Sanat Okulu ile Kız Sanat Okulu’nun değerli idealist öğretmenlerinin öncülüğünde bizzat kendilerinin öğrencilerle birlikte oynadıkları piyesler, temsiller sahnelenir, büyük bir başarıyla Zileli hemşehrilerimize sunulurdu. Sadece radyo, sinema ve pikabın olduğu bu dönemlerde yapılan bu çalışmalar birer kültür hizmetiydi. Ne zamanki televizyon yayınları Zile’de başladı; bu kültür faaliyetleri de yetmişli yılların ikinci yarısından sonra kaybolmaya başladı.
Yıl 1970; Zile II. Ortaokulu (Şimdiki Fevzi Çakmak İlköğretim Okulu) Erkek Sanat Okulu'nda Molière'in L'Avare (CİMRİ) piyesini 3 gün üst üste büyük bir tezahürat altında oynamış; başrol Harpagon rolünde o zaman Ortaokul III/A sınıfında okuyan M. Ufuk MİSTEPE Zile halkıyla ilk sosyal iletisini sağlıklı bir frekansta kurabilmiş ve heyecanlı ve hızlı konuşmasına rağmen tüm ekiple birlikte sevgi dolu alkışları kotarmıştı Zile'nin kültürlü insanlarından ve Zile Postası Gazetesi bunu haber başlığı yapmıştı o günlerde.
1968 ve sonrası yıllarda solist ve solo gitarda ATA, ritm gitarda M. Engin AKYUNAK (Şimdiki Turhal 2. Noteri) ve bateride Abdurrahman KARANFİL kurdukları orkestra ile müstesna etkinliklerde Zile halkına unutulmaz nostaljik esintiler yaşatırlardı.
Yine Lise - Sanat Okulu arasındaki tatlı rekabette bilgi yarışmaları, münazaralar yapılır, bu yarışmalara günlerce hazırlanılır, heyecanla beklenirdi. Futbol, basketbol maçları, münazara ve bilgi yarışması, törenlerdeki bando takımı gösterisi, 19 Mayıs Bayramı'nda yapılan kasa minder hareketleri, yanan çemberden atlama gösterileri, koşular iki güzide okulumuzun rekabet ettiği alanlardı.
Okula başlayan çocuklar ALFABE ile okumaya başlardı. Hani kapağında Atatürk’ün kara tahta önünde manevî kızı Ülkü’ye ders verdiği, içinde elma ağacının gövdesine yaslanmış, elinde bastonu ile duran fötr şapkalı sakallı sevimli dede ile elma ağacından elma koparan Kaya’nın resminin bulunduğu Alfabe. İlkokullarda süt tozundan yapılma süt, yağ, ekmek dağıtılırdı. Ekmekler fırınlardan getirilir, süt tozu okullarda büyük kazanlarda karıştırılarak kaynatılır, öğrencilerin getirdikleri naylon bardaklarla dağıtılırdı.
İlkokullarda Sonbahar'da Yerli Malı Haftası kutlanır, sınıflarda masalar, sıralar Zile'de yetişen meyvelerden üzüm, elma, armut, vaz, iğde, döngel, çemit (dut kurusu) ile evlerde yapılan köme, tarhana, kavurga, çedene ile dolardı.
Altmışların sonunda Köprübaşı'nda lise son sınıf öğrencileri boykot yapıp diğer öğrencileri okula göndermemişlerdi. Öğrenci olaylarının başladığı bu yıllarda sonraları şiddetlenecek kardeş kavgalarında ilk şehidini Dursun ÖNKUZU ile veren Zile, acı ve acı olduğu kadar unutulmaz bir gününü yaşamıştı o yıllarda. Yetmişli yıllarda yaşanan olayların artık Zile’de yaşanmaması, Zileliler'in birlik, hoşgörü ve demokratik bir ortam içinde kardeşçe yaşamaları en büyük dileğimizdir.
Zile Gençlik, tek futbol takımıydı Zile'nin. Recep, Niyazi, Osmancık, Kara Duran, Hakkı YAZICIOĞLU, Köfte Yaşar, Hayati, Fuat, Mustafa, Kaptan Celal İHTİYAROĞLU, Gezir Mustafa, Şeyhoğlu Mehmet, Cüneyt, Talat, Rahmi YEŞİLTAN, Lütfi ÇÖREKÇİ, Ali Osman, Emin, Mürsel, Nurettin, Kedili Mehmet, Faruk Sanatçı Hocamız, Cahit KOÇÇOBAN, Muhittin ve diğer oyuncular bizler için birer yıldızdı. Çekerek yolunda Saraç Çayı üzerindeki köprüyü geçince hemen şehir sahası gelirdi. Saha traktörle çekilen büyük lov taşı ile düzlenirdi. O sahada ne maçlar seyrettik çocukluğumuzda. Turhal Güçyurdu, Turhal Şekerspor, Samsun Fenerspor, Niksar gibi takımlar gelirdi.
Bir Zile Gençlik - Samsun Fener maçında Zile'ye yağan yağmuru hatırlıyorum. Dereboğazından ve Saraç Çayı'ndan gelen sel evleri, mahalleleri basmıştı da maç yarım kalmıştı. Kaçışmıştık bir yerlere. Mahallemiz bu yılların başında Cavit Ağabeyi (Koççoban - ressam) ve sonlarına doğru ise Cavidan (Şankaynağı - futbol hakemi) ve Fikret’i yetiştirerek vermişti Zile Gençlik Kulübü'ne. Fikret ayrıca bu yılların sonunda Zile ve Tokat’ta maraton koşusunda derece elde etmişti. Mahallemizdeki ağabeylerimizden oluşan mahalle takımının sahası Amasya Caddesi ile Kışla Mahallesi'nin arasında Kırgözler'in bahçesinin karşısındaki Boyuntarla idi.
Mahalle aralarında, arsalarda küçük lâstik ve bez topların peşinde koşulan, lâstik topları yakalamak için kalecilerin ceketleri eline geçirip kullandığı yıllar. İç lâstik ve dıştan oluşan futbol topları ve büyük naylon toplar o yıllarda lükstü. Futbol topu olan şanslı çocuklar azdı. Yırtılan dış ayakkabıcılara diktirilir, sık sık patlayan iç lâstik yapıştırılarak kullanılırdı. Panayırcılık, birdirbir, uzun eşek, çelik çomak, kelfotak, düğme ve para ve düğme dikerek enek (bilye) oyunları, şekerlerden çıkan tekin (numaralı hayvan koleksiyonu) serileri biriktirme, maymun (topaç) çevirme;
Haznedar sokağında haşlanmış renkli yumurta tokuşturma, coz, üçtaş, beştaş, eltaşı, çizgi kalede ve şehrin kenar arsalarında ve Kale'de uçurtma uçurma, çember çevirme, tel araba yapma, patlak patlatma, mahalle maçları, taşlı mahalle sokak kavgaları, bağlardan gelen arabaların arkasına asılıp heğlerden ve kasalardan, sepetlerden elma, üzüm almalar, baharda yağmur yağarken koro halinde; "Yağ yağ yağmur, bahçede çamur, teknede hamur ver Allah'ım ver, bulgur yağ vermeyenin evine sicim gibi yağmur" gibi tekerleme söyleyip evlerden yağ, bulgur toplayıp, mahalleden bir teyzenin pişirdiği pilâva sokakta kaşık sallama anı olarak kaldı.
Renkli maymunlar, mazmanlardan alınan ipe sarılır. Ortaya daire çizilerek eski maymunlar konur. İple atıldığında daire dışına çıkarılan maymun ütülürdü. Ayrıca çocuklar aynı anda maymunları ipi çekerek sertçe yere atar, en fazla uğunan ve dönen maymunun sahibi diğerinden bir maymun üterdi. Evlerden annelerden, ablalardan gizli gömlek, elbise palto düğmesi aşırılır, yarımşar, birer metre ara ile yanmış kibrit çöpü veya düğme veyahut beş, on, yirmi beş kuruşluklar dikilir, iki üç metre ilerdeki kale çizgesine enekler atılır, çizgiye en yakın olanlar düğme veya parayı yıkmak için en hünerli atışlarını yaparlardı. Enek atışı deyip geçmeyin. Mahallede bazı ağabeylerimizin (Necip Aslan, Baki Derebaşınlı - Öğretmen) estetik ve attığını vuran atışları olurdu. Onların enek tutuş ve atışları bize zevk verirdi.
Hırdavatçılardan çeşitli kalınlıkta tel alınarak tel araba yapılır, renkli kablolarda süslenir, küçük ampuller takılırdı. Mahallemizde en güzel tel arabayı, aynı zamanda mahallenin iyi bir kalecisi olan Saim Toker (Kocaeli’de doktor) yapardı. Amasya Caddesi'nde köylerden gelen pancar (kocabaş) arabalarından pancar alınır, içi oyularak araba ve teker yapılır, ip takılarak çekilirdi.
Yine marangozlara veya büyüklere testere ile kavaktan teker çektirilir, iki veya dört tekerlekli arabalar yapılırdı. Büyük dikiş makaralarına tel takılıp araba haline getirilirdi. Kültürde ve diğer dükkanlarda satılan kırmızı renkli sapan lâstikleri yaş ağaçtan yapılan çatala takılır, kuş vurmaya çalışılır, çoğunlukla da komşu evlerin camları yanlışlıkla kırılır, bir de bunun korkusu yaşanırdı.
Millî bayramlar öncesi okullardaki boru trampet takımı çalışmaları zamanlarında mahallelerde yağ tenekelerine ip takılarak trampet gibi boyuna asılır, mahallenin çocukları sıraya girer, arsalarda, sokak aralarında çala çala gezerler, büyüklerin kafasını şişirirlerdi. Bütün bu oyunların sonucunda genelde, kavga çıkar, tek tek veya gruplar halinde kavgalar yapılır, aradan birkaç gün geçtikten sonra hiçbir şey yokmuş gibi çocuklar aynı topun peşinde, aynı oyunda koşardı. Elbise düğmesi iki, palto düğmesi dört düğme sayılırdı. Tekin oyununda vuruş iki, karış bir tekin olur, iki enek arasını karışlamak için baş ve işaret parmağı zorlanarak acıyıncaya kadar açılırdı.
O yıllarda satılan sütlü şekerlerin kağıdının içinden numaralı hayvan resimleri çıkar, serisi yapılırdı. Bazı numaralar az bulunurdu. Tekin, sigara kapağı, maymun ütülmesinde eldeki en yıpranmışı verilmeye çalışılır, en gıcırları saklanırdı. Çemberlere çember teli takılarak koşar vaziyette gruplar halinde sürülürdü. Kelfotak ve dokuz taş oyunu birbirine benzer, ebeliği çıkarmak çok zor olurdu. Köylerde ise çelik, nallı ve tohbiz oyunları pek revaçta idi. Bütün bu oyunlar belli dönemlerde oynanırdı. Hangi ayda hangi oyun oynanır, kim belirler, maymun çevirme oyunundan sonra enek oyunu furyası nasıl başlar, bunu kim değiştirir bilinmezdi.
Fotoğraf : Dick Osseman - Zileli Çocuklar
Tommiks, Teksas, Zıp Zıp, Teks, Kinova, 1001 Roman, Ceylan, Sipru, Tenten, Zagor, Zembla, Tombraks ve Red Kit Dergileri çocukların rağbet ettikleri dergilerdi. Kültür’ün yanında, Aykut ve Ulaş Sinemaları'nın önünde özellikle Cumartesi ve Pazar günleri çocuklar bu dergilerini değiştirirler veya ikinci el olarak satarlardı. Genç kızlar ve delikanlıların gözdesi ise aşkların anlatıldığı Cep Fotoromanları'ydı. Top sahasında eski bisikletleri kiralayan bisikletçinin bisikletine çocuklar çok rağbet ederdi. 5 dakikası 25 - 50 kuruşa binilirdi. Hatırladığım pek çok çocuğun bisiklete binmeyi top sahasında bu bisikletlerde öğrendiğiydi.
Camekânlarda macun, horozlu şeker, naneli şeker, pamuk şeker satılırdı. Sabahları erkenden karda kışda simitçi çocuklar camekânlı sandıkları ile mahalle aralarında dolaşıp kendilerine mahsus makamla bağırarak simit, çörek satarak harçlıklarını çıkarmaya çalışırdı. Kulaklarımızda yankılanırdı ince tiz sesleri. Çocuklar büyüklerin yanında kenarda oturur söze karışmazdı. Kışları eğimli sokaklarda karın üzerine akşamdan çocuklarca su dökülür, kayganlaşması sağlanır, gündüzleri naylon ayakkabılar ve kızaklarla kayılırdı. Kemikten aşık oynanmasına bizim kuşak yetişememişti.
Kız çocuklarının oyunları daha az çeşitteydi. Kızlar genelde erkek çocuklardan ayrı oynar, nadiren kelfotak, tavan dikme, saklambaç, kartopu gibi oyunlar birlikte oynanırdı. İp atlama ve iki ayrı şekilde oynanan çizgi oyunu kızların en sevdiği oyunlardı. Mahallenin bazı haylaz, şargada çocukları kendileri oyun kuramayınca gidip kızlara sataşır, kızların ip atlama veya çizgi oyunlarının en güzel yerinde oyunlarını bozmaya çalışır, akabinde kızlar çareyi oğlan çocuğunun ailesine şikayet etmekte bulurlardı.
Sünnetçi sevimli Hamdi Emmi gıvgıvı (akordion) ile mahalle aralarında dolaşırken;
Kayaların yılanı
Gel dolanı dolanı,
Annen döşşek sermiş,
Yat beleni beleni,
Ağlayana şeker yok.
Gülene de şeker çok.
diyerek türkü söylerken çocuklar peşinden giderdi merakla. Çorapçı Kemal erkenden çorap sandığı ile dolaşır, soğuk günler Azimkâr yazıhanesine uğrardı. Felsefî ve engin konuşmaları vardı. Çeltekli Mehmet Emmi'nin yaz kış davudî sesi ile Kur'ân okuması yankılanırdı sokaklarda. Aziz, Turhal Caddesi'nde bir gidip bir gelirdi. İbişoğlu Mehmet Emmi'nin mekânı İstasyon Caddesi idi. Tekkeşinler'den Kemal bir mani ustasıydı.
Vedat çevirdiği kişiye kibar bir şekilde 'yirmibeş kuruş rica edebilir miyim?' derdi. Salih, Sıtkı ünlü kişileri idi o yılların. Kışla Mahallesi'nde tek göz evde oturan Çolak lâkaplı Hüseyin isimli kişi içmiş bir vaziyette Amasya Caddesi'nden evine giderken bu caddenin, Partal Sokağı'nın çocukları peşine düşerlerdi. "Kamber semaveri yak, keyfine bak" diyerek nara atması halk arasında dillere pelesenk esprisi idi. Burada bazı isimleri lâkapları ile saymayı uygun bulduk; "Yiğit lâkabıyla anılır" derler. Yoksa hiç kimseyi rencide etmek niyetimiz olamaz. Zaten bu vesile ile kendilerini hatırlatmak istedik sizlere.
Boğazkesende, Hapan'da kaz döğüşleri yapılırdı karda kışda. Balina, Beyaz Timsah, Karaduman, Tuna, Sofulallı, o günlerin en döğüşçü kazlarıydı hatırladığım kadarıyla. Horoz döğüşleri de kaldı o yıllarda. Erkek kazlar döğüş öncesi on, on beş gün ayrı beslenir, dövüşe dişi kazlarla birlikte sürülürdü. Ertesi haftanın döğüşleri iple çekilir, yorumlar yapılırdı meraklılar arasında. Çavdaroğlu Kemal'in döğüşçü kazı, horozu ve kekliğini hatırlayabilir ilgilenenler.
Haznedar Sokağı'ndaki Kime Ne Lokantası ve karşısındaki Yardımcı’ların leblebici dükkânı ile Sıra Köprüler'den aşağı giderken solda bir evin panayır zamanında yanması, Derbentçi Sokağı'nda üç katlı ahşap evin bodrumundaki kendirlerin tutuşmasıyla başlayan ve hatırladığım kadarıyla Cemal Usta ve çocuklarının yandığı yangın, o yılların acı olaylarından bazılarıydı.
Düğünler bir başkaydı o yıllarda. Evlilikler genelde görücü usulü ile yapılırdı. Oğlan anaları yanına bir yakınını alır, kendisine salık verilen kız evlerine gidilir, kızı görürler, odada kimse olmadığı takdirde hemen halı veya kilimin altını kaldırıp kız evinin temizliğe önem verip vermediğini araştırırlardı. Yine sokakta oturan kadınlara bu sokakta evlilik çağında kız olup olmadığını sormaları üzerine, kendilerine "Siz avcı mısınız?" derler ve tavsiye ettikleri kız evlerini gösterirlerdi. Kız beğenmenin bir yolu da hamamdı.
Genelde davetiye dağıtılmayan zamanlarda, mahalle aralarında bazı okuyucu kadınlar düğün sahibinin tespit ettiği eş, dost, hısım, akraba ve komşuları gezerek şerbet içmeye, nişana, düğüne veya kına gecesine okurdu. Bizim mahallemizin okuyucusu kendi halinde, güleç, sevimli iyi bir teyze idi. Herkesi, bütün Zileliler'i sülâle ismiyle nasıl tanırdı, o zaman çocuk aklım almıyordu. Cumartesi, Pazar günleri sabahları Aykut ve Ulaş sinemalarında şerbet içilirdi.
Altmışlı yılların ortalarında Saray Düğün Salonu açılmıştı. Bu yılların sonlarına doğru bazı gençler ilk orkestrayı kurmuşlardı Zile'de. Hali vakti yerinde olanlar düğünlerini balo şeklinde yaparlardı. Düğünlerde gırnatacı Osman, Abe Niyazi, Abe Sait, Salih, Abe Necip ve ismini hatırlayamadığım çalgıcılar çalardı. Kadın düğünlerinin vazgeçilmez çalgıcılarından Firdevs def çalar ve söyler, Fatma ile Cemile'nin kızı Leyla gırnata (cümbüş) çalardı.
O yıllarda Tekke, Şehir, Sabah, Yeni, Işık ve Küçük Hamam hizmet verirdi. Bazı hamamlar sabah 9 - 10'a kadar erkeklere, bu saatten sonra sabahçı ve öğlen hamamı olarak kadınlara ve akşam yine erkeklere açık olarak hizmet verirdi. Ramazanlarda ise bazı hamamlar iftardan sonra kadınlara açık olurdu. Ramazan ve Kurban Bayramları öncesi, özellikle arife günü akşamı erkek hamamları ana - baba günü olur, çocuklar büyükleri ile hamama gelmenin, sıcak suyun keyfini çıkarırlardı. Buğulu, sisli kurna başlarında yerlere düşen bakır hamam taslarının kendine has sesleri yankılanırdı kulaklarda. Bir hamam kültürü, hamam sefaları, sohbetleri vardı o zamanlar. Kadınlar hamama giderken bohçalarını koltuğunun altına kor, şal bürüğü üstüne örterek giderdi. Daha sonraları bohça yerine küçük ve orta bay valizlerle gidildi hamamlara.
Eş dost, hısım akraba kadınlar birlikte hamama gitmesinde, evde kalan birilerinin hazırladığı batlar, soğukluklar hamama gönderilir, hamam çıkışında soğuklukta havuzlu bölümde birlikte yenir, çaylar içilirdi. Ramazan öncesi gece hamamları için hamamda görevli kadınlar evleri dolaşarak gece hamamına davet ederler, bahşişlerini alırlardı. Görevli kadınlar gelen müşteriyi kurnalara yerleştirir, hamamın kalabalık olmasından, suyun az verilmesinden dolayı zaman zaman kurna başlarında müşteriler arasında ağız dalaşı, mutad sözlü kavgalar yapılır, çekiş çekişilir, arada hamam taslarının sesleri gelirdi.
Oğlan anaları hamamda görüp beğendiği kızı yanındakilere veya hamamda görevli kadınlara sorarak sülâlesini, kimin nesi olduğunu öğrenerek bilgi toplardı. Hamamın çıkma zamanı yaklaşınca görevli kadınlar gelerek ‘bağlanın anam bağlanın’ diye ikaz ederdi kadınları, Giyinmekte olan kadınlardan birbirlerini tanıyanlar ‘eşgına anam eşgına’ diyerek şifalar ve sıhhatler dilerlerdi. Zile'li bakırcı ustalarınca yapılan balıklı, süslemeli hamam tasları ile fildişi taraklar hamamların ve kız çeyizlerinin ayrılmaz birer aksesuarı idi. Gelin hamamları sazlı sözlü olur, gelin kızın arkadaşları türkü eşliğinde oyunlar oynarlardı. Burada bu türkünün sözlerini verelim.
Ana hamama vardın mı? Şen anam evin barkın şen olsun,
Yumduğum yerleri gördün mü? Yarın gidiyorum haberin olsun.
Gelin olduğumu bildin mi?
Günümüzde de olmasına rağmen eski güzelliği yok zannediyorum. Önce Küçük Hamam kapandı, doksanlı yıllarda da Işık Hamam kapattı kapılarını müşterilerine. Yetmişli yıllardan itibaren betonarme evlerin ve bu evlerde banyoların yapılmasıyla hamam kültürü de yavaş yavaş kayboldu. Yine de bayramlarda, tatillerde Zile’ye gidenler çocuklarıyla hamamlara uğramadan edemiyorlar.
Yücepınar Köyü'nden hemşehrimiz Sadık DOĞANAY' ın "El Vurup Yaremi İncitme Tabib", "Bir Güzelin Hasretinden Ahından Tutuştu Her Yanım Yandı Ha Yandı" isimli deyişleri ünlenmişti o yılların sonunda. Oğlan Döne Döne, Armuttan Kayacağım, Sulu Sokak Taşları, Zileliyiz Dediler, Samanlıkta Serçeler, Martinlim, Müdür, Burçak Tarlası, Taşkıran gibi Zile ve yöre türküleri öğretilirdi. Şimdi ise pek çok genç ve çocuk bu türkülerimizi bilmemekte. Zile’de düğünlerde halen bu türkülerden bazıları söylenip çalınmakta ve yaşatılmaktadır. Yazımızın sonuna aldığımız anonim Zile ve yöre türküleri Zileliler'in kültürünü ve özelliklerini yansıtmaktadır.
Dışardan görüldüğü gibi Zileli ibadetine de, eğlencesine de, seyirlerine ve kaplıcalara da düşkündür. Baharda çağla zamanı Ulukavak seyriyle başlayan seyirler, kiraz mevsimi Karadini, Kışla, Meydanlık gibi bağ seyirleri peşinden yazın Temmuz'da, Ağbaba, Ağustos'ta mısır zamanı İsmail Dede, Gezir seyirleri birbirini takip ederdi. Türküleri bile hep hareketli, neşeli ve oyun oynamaya uygun makamlardadır.
Düğünlerde öğle veya ikindi sonrası mevlüt okutulurdu. Ulucâmi İmamı Kadir Hafız, Dabakhane Câmîi İmamı Şükrü Hafız, Hacılarlı Mustafa Hafız, Kurdağlı Osman Hafız, Kâmil Hafız, Kepezli Mehmet Hafız o dönemin mevlithanları ve hafızlarından birkaçıydı. Kazanlarda bağ leğenlerinde Zile’nin yemek ustalarınca hazırlanan toyga çorbası, kavurma, nohutlu pirinç pilavı, helva ve ayrandan meydana gelen düğün yemeklerine, mevlüt okunduktan sonra Müftüoğlu'nun Tekke'den veya komşulardan alınan büyük sofralarda misafirler, komşular, çocuklar kaşık sallardı.
Kız Mehmet Derviş Emmi, Dabak Eşref Usta, Hacı Ömer Usta, Kabutluoğlu Osman Usta, Çeltekli Niyazi Usta, Dellaloğlu Şükrü Usta, Ahcı Şükrü (DÜZEL), düğün ve mevlüt yemeklerinin vazgeçilmez ahçılarıydı. Kız Mehmet Derviş Emmi'nin Şehir Hamamı’nın arkasında ahçı dükkanında yanılmıyorsam kuru fasulye ile Zile düğünlerinin vazgeçilmez yemekleri kavurma, nohutlu pilav ve helva yapılırdı. Dellaloğlu ve Ahçı Şükrü yazın kebap, kışın kadayıf yapardı. Ahçılar özellikle helva leğenine kimseyi yaklaştırmazlar, helva kıvamına gelince düğün sahibine ve damada ikram edip bahşişlerini alırlardı.
Oğlan evinden kız evine şerbet içmeye gidilirdi. Bazı aileler şerbet içme merasimini sinemada yapardı. Söz kesme, kız evinde şerbet merasimi, oğlan evine şirinlik gönderme, kız evinde ağırlık asma, gelin hamamı, güveyi hamamı, kına yakma ve töre atma düğünlerin olmazsa olmaz örf ve âdetleri idi. Kına geceleri bir başka olurdu. Çalgıcılarla kız evine kına götürme ve getirmede gaz yağlı meşaleler yakılır, sokaklardan geçerken herkes pencerelere koşar, kına alayına bakardı. Davlum dümbelek, cümbür cemaat kına alayı özellikle çocuklar için bir eğlence fırsatı idi. Çocuklar bu alayın gidişinde öncü gibi yürürler, karanlıkta geçtikleri yerlerde pek çok kapı tokmağını çalıp kaçarlar ve bu şekilde yaramazlıklarını, şargadalıklarını devam ettirirlerdi.
Köy düğünlerinde köye yaklaşan misafirler silâh atar, sağdıç davul zurna ile köye girmeden misafiri karşılardı. Köylerde simsim ateşi yakılır, davul zurnanın verdiği coşkuyla halaylar çekilir, düğün güreşleri yapılırdı. Zile ve köylerinde düğünler Kamalı Kâmil, Savcılı Halil, Karayünlü Mehmet, Rıza ve Haydar, Kurupınarlı Hüseyin, Alanyurtlu Ali ve Sadık, Taşkıranlı Zor Ali ve Şükrü, Hıcıplı Eyüp, Olukmanlı Kalov, Palanlılı Rıza ve ismini tespit edemediğim davul ve zurna ekibince çalınırdı. Köylerde elektrik olmadığından düğün evine ve düğünden sonra evlere gidişte, bir sopaya çaput sarılıp gaz yağına batırılarak meşale yapılırdı yahut camı tel muhafazalı gemici feneri veya fitilli pompalı lüks lâmbası kullanılırdı. Köy düğünleri üç gün üç gece sürerdi.
Zile’de ise Perşembe veya Cumartesi, Pazar güya (güveyi) hamamı Cuma veya Cumartesi gelin hamamı yapılırdı. Düğünlerde çalgıcılar gittikten sonra pikaplarda plâklar çalınır, eğlenilirdi. Şimdilerde Zile'de düğünlerde moda olan "Güller Güller Piyade Güller" ve “Lingo lingo şişeler” isimli oyun havaları pek revaçta idi. Köylerde genelde söz kesmelerde başlık parası istenir ve alınırdı. Zile merkezde ise genelde başlık parası alınmazdı. Özellikle köylerde gelinler ata bindirilir, at ile gelin çıkarılırdı. Yeni gelinler kaynata (kayınpeder) ve diğer yaşça büyük akraba ve erkekler yanında yavaş sesle konuşarak gelinlik yaparlardı.
Küçük el sanatlarının, ticaretin canlı olduğu, çevre il, ilçe ve köylerin alış veriş yaptığı yıllar; gerek panayırda, gerekse Salı - Cuma günleri bir başka olurdu Uzun Çarşı'nın kalabalığı. Bugünkü Hapan'ın yerindeki Sanayi Sitesi'ne çevre il ve ilçelerden müşteri gelirdi. Çevrenin en iyi ustaları çalışırdı. Ahmet Meral Usta traktör ve Nevzat Bice Usta benzinli araba tamiri üzerine aranan ustalardı.
Bakırcılar, Demirciler Arastası'nda çekiç sesleri, Musalla civarında kalaycıların körüğü, ocağı, şimdiki Fatih Meydanı'nın olduğu yerler ile Haznedar Sokak'ta Mazmanlar'ın urgan, sicim yapmaları, Boğazkesen'de nalbantların nal ve çekiç sesleri, semerci esnafının sabırlı çalışmaları, kadayıfçıların kadayıf çekmesi, leblebicilerin leblebi kavurmaları, saraçların deriye şekil verişi, birbirinden güzel at koşumları, Uzun Çarşı'da ve Eski Sanayi'nin arkasında sobacılar, düven, yayık, beşik, tel dolap, kapı, pencere yapan marangozlar, düven dişleyen çocuklar, at arabası ve kağnı tekerleklerine ateş yakıp çember geçiren ustalar.
Bağlarımızın Vazgeçilmez Semaverleri ve Ustalarımız
Ardıçtan kağnı mazı yapımı, önemli el sanat dalları idi. Kor ateşin karşısında kömür karasına karışan teri silen, koluna kuvvet çalışan demircilerin örse her vurmalarında ritm içinde inip kalkan çekicin sesleri, bakırı, ibriği leğeni, hamam taslarını nakış nakış işleyen bakırcı ustaları, dikiş makinası, masurası, yüksüğü, ipliği ve iğnesiyle özdeşleşen, el emeği göz nuru döken terziler, at koşumlarını, eğerleri boncuk boncuk, rengarenk bir sanat eseri gibi süsleyen saraçlar, kendir, kenevir sapından sabırla urgan, sicim, yular yapan mazmanlar, dükkânının yola bakan yerinde tahta makata tezgâhını kurup, yontulmuş ağaç, mısır calazı, teliz ve gönden (deri) sabırla semer yapan ustalar, çırağın çektiği körüğün ateşlediği ocağın başında kapları kalaylayan, yazın evinden, çoluk çocuğundan ayrı köy köy dolaşıp ekmek peşinde koşan kalaycılar.
Bakır Kapların Kalaylanması
Koşancı - Sayacı (Saraç)
Burada kalaycılarla ilgili bir dörtlük verelim sizlere (Kaynak kişi ; Alaaddin Şahinsev – Noter);
Usta bilir işin kolayını
Atar nişadırı alır kalayını
Yüz gram kalay ile
Dolanır köyün alayını.
Okulların tatil olmasıyla birlikte çocuklar bu esnaf ve sanatkârların yanına bir meslek sanat öğrensin, ayağı bağlansın diye çırak verilirdi. Hem de öğretmene teslim edildiği gibi. Yani eti senin kemiği benim misali. Benim ilkokul birinci sınıf sonunda yaz tatilinde ilk ustam Ulaş Sineması'nın yanındaki hanın köşesinde dükkânı olan Enfiyecioğlu Mehmet Usta idi. Sert, disiplinli bir ustaydı rahmetli. 1962 yılındaki bu çıraklığımın ilk Cumartesi akşamı ustam ilk haftalığımı vermişti bana; 25 kuruş. Hem de gümüş renkli 25 kuruş. Ustamın elini öptükten sonra alın terim, ilk kazancım 25 kuruşu avucumun içine koyup, elimi de cebime soktuktan sonra Ulaş Sineması'nın köşesinden, Amasya Caddesi'ne, oradan eve doğru yürüyorum sokakları aydınlatan elektrik direklerindeki lâmbalara bakarak. Benim gibi akşamları sokağa çıkması zor olan çocuklar için Zile’nin, Amasya Caddesi'nin ışıkları bir daha parlaktı, daha ışıl ışıldı o gün sanki.
Altmışlı yıllarda çevrenin en önemli el sanatları ve ticaret merkezi durumunda olan Zile bu alanlarda tarihinin ekonomik olarak zirvesindedir. Her türlü el sanatı, sanayisi, hapanı, esnafı ile bölgedeki il ve ilçelere hitap eden Zile’deki el sanatları ve bazı esnaf, yetmişli yıllardan itibaren ulaşımın kolaylaşması, teknolojinin gelişmesi üzerine bu esnaf ve sanatkârlardan bir kısmı işi bırakmak zorunda kalmışlar ve bugün bu dallardan bazıları sayıca az da olsa teknolojiye direnerek yaşamaya çalışmaktadır. Zile’de modern denilebilecek ilk konfeksiyon mağazası olan Merdivenli Mağaza, eski Belediye Binası'nın altına açılmıştı.
Berberler iyi ve şık giyinmeyi seven Zileliler'e traştan sonra meşhur Necip Bey Biryantinleri'ni sürerek, tararlardı. Pazar günleri köylere gider, köylüyü traş eder, harman zamanı hak toplardı. Kalaycılar her köyde 5 - 10 gün kalır, o köyün bakır kaplarının kalayını bitirip başka köye giderlerdi. Atlı postacılar köylerin postasını dağıtırdı. Arastalarda kahvelerin ve çardak kahvelerin önüne çan bağlanır, iplerle dükkânların önlerine kadar uzatılırdı. Çay söylemek isteyen esnaf bu ipi çeker, çan çalınca kahveci çırağı dışarı çıkar siparişi alırdı. Haznedar sokağında Aziz Emmi, kahvecilerin getirdiği kahveleri özel yapılan kahve dolabında kavurur, taş dibeklerle döverdi. Çilingir Sabri Usta eski gramofonları tamir ederdi.
Ateş değirmenleri (elektrikli) çıkmasına rağmen Dere Boğazı'nda ve köylerde su değirmenleri dönerdi gece gündüz. Dereboğazı'nda 5 - 6 adet, Kepez Köyü'nün Güney'inde, Bağlıca Deresi'nin yukarıları ile Demircilik Deresi'nde 4 ve Turhal yolunda Bağlarpınarı yol ayrımında bir su değirmeni vardı. Ayrıca pek çok köyde de su değirmenleri döner, günlerce keşik (sıra) beklenirdi. Değirmen çörekleri yapılırdı.
Salı ve Cuma günleri ilçenin değişik yerlerinde özellikle Boğazkesen ve Kışlık Ulaş Sineması'nın yanında ve Selağzı'nda bulunan hanlara atlarını, merkeplerini bağlardı köylüler. Bu hanların girişinde bir nalbant dükkânı olurdu. Nalbantlar nal çakacağı at veya eşeği direğe bağlar, yardımcısı nal çakılacak ayağı sicimle kaldırır, nalbant hayvanın ayağına göre seçtiği nalı çakardı. Köylere giden nalbantlar, kağnı ve dövene koşulan kömüş ve öküzleri yatırıp ayaklarını kağnıdan sökülmüş iki tekerin arasındaki mazıya bağlayarak nallarını çakardı. Turhal yolundaki Kocamanın Hanı, Selağzı'ndaki Selamet Hanı, Sulu Sokak'taki Arnavut Salih Ağanın Hanı ve pek çok han hizmet verirdi.
Kağnılar gelirdi köylerden. Sabahın erken vaktinde şehirden çıkıldığında kağnı sesleri, sürülerin çan, zil ve çıngırak sesleri gelirdi uzaklardan. Demirciler Arastası'nda demircilerin, nalbantların, bakırcıların çekiç sesleri, mazmanların çıkrık sesleri, hızarcıların hızar sesleri kulaklarımızda yankılanıyor sanki. Gayrimüslim bazı esnaf aileler Turhal yolunda Tek Kavak civarında çanak çömlek imal edip, Uzun Çarşı'da satarlardı. Zaman içinde Zile'den büyük şehirlere göçtüler.
Evlerin avlusunda (hayatında) culfalıklar (dokuma tezgâhı) kuruluydu. Sokaklarda duvardan duvara culfalık ipleri gerilerek çözülüp yumak yapılır, türküler - maniler söylenerek kıvrak (göyneklik bez) peşkir, çarşaf, yolluk dokunurdu. Söz culfalıktan açılmışken o yıllarda Zile'de söylenen Zile'ye has kelimelerden oluşan bir cümleyi verelim size "Amedenden homeden bi culuk düştü culfalığın üstüne gumbüden".
Taraklarda yün didilirdi. İp eğirirdi kadınlar kirmanlarla, teştilerle. Hem eğirir hem sohbet ederlerdi çeşme başlarında, sokak aralarında. Çıkrıklar döndürülürdü sabırla, sebatla. Kıvrak göyneklik, tire bezi, peşkir, çarşaf ve yolluk dokuyan kadınlar Bedesten Câmîi'nin yanında eski hapana inerken terzilerin bulunduğu Karslıoğlu Arastası'nın sonunda sergi açarak satarlardı. Evlerin çamdılarında iki tarafta bulunan çengel halkalara sicim gerilip bebekler için salıncak (ılıngaç) yapılırdı. Beşikler Zile'de yapılan tahta beşikler iken, sonraları demirden sallamalı beşikler ve mobilya beşikler yaygınlaşmıştı.
İki sinema vardı o yıllar Zile'de. Aykut ve Ulaş Sinemaları; kışlık ve yazlıkları ile hizmet verirdi. Aykut Sineması'nda Arif Emmi, Ulaş'da Halil, Sadun Bey ve daha sonra Ethem bilet keserdi. Filmlerde kötü roldekiler yuhalanır, ıslıklanır, filmin kahramanı alkışlanırdı. Aile bölümleri ayrı olup, filmin gidişatına göre bu bölümde seyirci olan kadın ve kızların filmin heyecanından bol bol ağladığı duyulurdu. Gösterilen filmlerin afişleri büyük tahta panoya yapıştırılır, bir kişi omuzunda taşırken, diğeri elindeki teneke hoparlörle sokak başlarında, çenelerde anons ederdi. Daha sonraları pilli el hoparlörleri kullanılmaya başlandı. Her filmin "Senenin en muazzam filmi" şeklinde reklâmı yapılırdı. Ulaş Sineması şimdiki itfaiyenin yukarısındaki Belediye Otoparkı olan yerde idi. Aykut Sineması ise Kültür Sarayının arkasında idi. Yandı gitti daha sonraları. Altmışlı yılların sonunda ise modern Saray Sineması yapılmaya başlanmıştı.
Ulukavak'ta Padırdağın bir değirmeni döndürecek kadar bol olan suyu, yol boyu akarak Zile'ye girer, Habeşali Caddesi'ni takiben şimdiki Kütüphane'nin altından Saraç Çayı'na dökülürdü. Yine Atatürk İlkokulu'nun yanından çıkan Böngüldek Suyu Kışla Mahallesi'ni takiben Alacamescit Mahallesi'nde Gobul deliğinden İmam Bahçesi ve diğer bahçelere giderdi. Sokaklarda akan bu su, o günlerin çocukları için kağıttan kayık yüzdürme ve oyun için bulunmaz bir fırsattı.
Bahar aylarında Şeyhahmet'e, Ulukavak'a, Meydanlık, Arap Bağları, Karadini, Çoraklık, Azarya Bağlarına yaya, hayvanlar, at arabaları ve traktörlerle gidilerek kurban kesilir, yağmur duasına çıkılır, Emir Ören'e, Çeltek Baba'ya, Kat'a, Muharrem Dede, Davunlu Dede ve İsmail Dede'ye ziyaretler yapılırdı. Şeyh Ahmet Çamlığı'na bazen bir gün önceden gidilir, kazanlar kurulur, ateşler yakılır, gecenin karanlığında ateşin yalazları etrafı aydınlatır, yanarken çatırdayan ateşin sesine, çekirge, cırcır böceği sesi, kurt ulumaları karışırdı. Yaya, at veya eşekle gidenler Bağlıca’nın Fenadere ile birleştiği yerin 100 - 150 metre yukarısındaki Emin Tolalar'ın kuyunun başında mola verir, tola ile su çekilir, serinleyip dinlendikten sonra yola devam edilirdi.
Hastanenin ilerisinde olan Bekimiş Evliya'ya yürümeyen çocuklar götürülür, Ağbaba'dan sarılık suyu alınarak yıkanılır, Yeni Hamam'ın civarındaki Ahievran Evliya'ya acil hastalar getirilir, Çeltek Baba'daki taşa ruhî bunalımlı hastalar bağlanarak şifa aranırdı. Yine parpu, sinir, siğil, demra gibi çeşitli hastalıklar için hastalar bu hastalıkların ocakları olan kişilere götürülürdü. Çocukların yüzlerinde çıkan yaralar için Kireçli'deki İlyas Baba Türbesi'nden toprak alınıp sürülürdü. Derbentçi Sokak'ta Hümmet Hoca, Habeşalı Caddesi'nde Boynueğri Sefer Hoca derin hoca olarak bilinirdi.
Mayıs veya Haziran ayında Kepez Köyü’nün köy kurbanı için Mayıs veya Haziran ayında evlerden para, tereyağı, bulgur, yoğurt, ayran, şeker, un toplanır; bütün köy halkı o gün Şeyh Ahmet Çamlığı’na çıkar, kurbanlar kesilir. Evliyanın yanında Kur’ân, mevlit, dualar okunur, yemek hazırlanınca çeşmenin üst tarafındaki düzlüğe sofralar kurulur, karşılıklı iki çama çıkan hafız tarafından İstanbul ezanı makamında ezan okunur, sesi gür biri yüksek sesle birkaç defa ‘dağdaki taştaki yemeğe gelin’ diye bağırır, bunu duyan ve o gün malını, davarını, yakındaki Şeyh Ahmet Harmanı denilen yere getiren mal güdenler, çobanlar, oğlakçılar yemeğe gelir, yemekler yenirdi. Birliğin, dirliğin, yardımlaşmanın çok güzel bir örneği olan bu köy kurbanı, mevlit ve yemekleri pek çok köyde yapılırdı.
Baharın gelişiyle, karların erimesiyle birlikte bağlarda, kırlarda, yol kenarlarında çiğdemlerin, dağ menekşelerinin, kır çiçeklerinin çıkması, pancarın (madımak) filizlenmesi üzerine, Zileli için hayat ve seyirler başlamaktaydı. Bağı olanlar hafta sonları çoluk çocuk bağlara taşınır, ısınan havayla birlikte kırlarda piknik yerlerine akın edilirdi. Çam, ceviz gibi ağaçlara urgandan salıncak kurulur arasına kalın tahta konur, salıncağın içine birkaç kişi oturur, her iki başa ayakta iki kişi çıkarak şarkılar, maniler eşliğinde salıncakta sallanılırdı.
Mantuvarım var olsun
İçi dolu nar olsun
Mantuvarı kuranın
Haceti kabul olsun.
Tepdim sandık açıldı
Cevahirler saçıldı
Anası gözün aydın
Kızın bahtı açıldı.
Mahiye maraz derler
Güzele kiraz derler
Her kime derdim yansam
Bu dert sana az derler.
Kırlarda genç kızlar mani söyleyerek mantuvar oyunu oynarlardı. Bir araya gelen genç kızlar çimenleri yolarak su doldurulmuş bir tasın içine atar, ayrıca herkes bir yüksük, çengel iğne, firkete, toka, taş parçası gibi bir şeyi okudukları mani eşliğinde suya atarlar, bunların atıldığını görmeyen birisi tas içindeki sudan atılan bir şeyi çeker, kimin attığı çıkarsa okunan mani onun şansı olur. Bu oyunda okunan bazı manileri burada verelim.
Mantuvar mantuvar
Mantuvarın bahtı var
Mantuvara gidenin
Yedi yerde tahtı var.
Peşkir peşkir üstünde
Peşkir dizin üstünde
Yedi çatak mum yanar
Bir talihin üstünde.
Mantuvarım var benim
Sele dolu nar benim
Şu Zile'nin içinde
Elâ gözlü yâr benim.
Haziran aylarında Kiraz Bayramı sevinç ve heyecanla beklenirdi. Fikret TARHAN ve arkadaşlarının, yani Kültür Derneği'nin öncülüğünde Altın Kiraz Festivali bu yıllarda başlamıştı. Her bağdan her gümeleden (bağ evi) bir radyo ve plâk sesi, bir ocak dumanı yükselirdi. Hocamız Hüseyin Ulus'un Kiraz Bayramı programı sunuşları, folklor gösterileri, eşek yarışı, yoğurt yeme, bisiklet, çuval, kiraz yarışı bir heyecan verirdi seyredenlere.
Faytonlarla bağlara gitmek o günlerin lüksüydü. Bir kaç gün önceden tanıdık at arabacısına tembih edilir, sabah erkenden eşyalar arabaya yüklenir ve bağa gidilirdi. Yaylı, lâstik geçmeli, tekerlekli tek atlı at arabalarının biri gelir biri giderdi. Eşeği, atı olan aileler, semere veya eğere heybesini atar giderdi.
Karadini bağlarına varmadan tahta oluklu çeşme civarında gençlerin eğlencesi, kız beğenmeleri birer parçasıydı Kiraz Bayramı'nın. Taze bağ yaprağından etli yaprak sarılır, fasulye, patlıcan tavalar yapılır, mangallar yakılırdı. Sepetlerle kirtik, laley, sarı, kara kirazlar toplanırdı. Bağlara, bağı olmayan komşular eş dost misafir edilirdi. Semaverler yakılır, çaylar keyifle içilirdi.
Mehmet Sezen ilk Kiraz Bayramı'nın düzenlenmesini şöyle anlatmaktadır; "Kiraz seyrini resmî Kiraz Bayramı olarak kapsamlı bir şekilde yapmak için Turizm Derneği olarak Turgut Yıldırım, Veteriner Mustafa Şengiz ve diğer birkaç arkadaşla düşünce safhasından hayata geçirmeye karar verdik. Belediye Başkanı Osman Çetin’den dernek olarak yardım aldık. Sekiz mm'lik filmlere çekip, yurt dışında hazırlattık. 1968 yılındaki Kiraz Bayramı'nda ise onaltı mm'lik filmler kullanıldı."
Temmuz ayının üç Çarşamba'sında Ağbaba seyrine (pikniğe) gidilir, oradan Hüseyin Gazi Tepesi'ne çıkılır, dilekler tutulurdu. Ağbaba, İsmaildede seyirleri, Deri (deir - panayır), Millî Bayramlar Zileliler'in bir araya geldiği oğlan annelerinin kız beğendiği, gençlerin gönüllerinin sevdalarının ateşlendiği günlerdi. Yaz aylarında dağ köylerinden dondurmacılara eşeklerle, atlarla kar gelirdi. Seyyar satıcı dondurmacılar mahalle aralarında seyirlerde külâhı 25 kuruştan satarlardı dondurmayı.
Delikli 2,5 kuruşlar (l00 para), bakır renkli 5, l0 kuruşluklar, gümüş renkli 25 kuruşluklar vardı. Bayramlarda el öpmelerde sarılı beyazlı para toplardı çocuklar. Kâğıt para, kayme idi büyüklerin dilinde. Çerçiler eşek ve atla köylerde cıncık boncuk, kırık çerez ve diğer satlık mallarını arpa, buğday, yumurta, kayısı çiğidi, eski naylon ve bakır karşılığı satardı. Derebaşınlı Sokak'ta komşumuz Turşucu Hamdi Emmi, evinde büyük küplerde (tahar) salatalıktan turşu yapar, her gün omzuna turşu dolu kovayı alıp çarşıda satardı. 25 - 50 kuruşa aldığımız o turşuların tadını şimdi bulan var mı acaba?
Naneci ve iyi tavlacı olan Rıza emmi, şadırvanın yanında esans satar, sokaklarda ismini bilemediğim yaşlı bir adam kavanoz içinde Malatya (Çengel) sakızları satardı. Yine sülükçüler mahalle aralarında dolaşıp isteyene sülük satarlardı. Zile'de imal edilen Arşifa, Neşe ve sonradan Yudum Gazozları içilirdi. Sıcaklarda çocuklar Körhüseyin, Kırağlıküçgen, Çiftegöller, Çakırkaya, Kireçli havuzunda alırdı soluğu.
Tokat’ın Zile İlçesi Bağlıca mevkiinde bulunan kuyudan çıkarılan sülüklerin,
vatandaşlar tarafından şifa amaçlı olarak kullanıldığı bildirildi. Zile – Bağlıca
mevkiinde bulunan 17 metre derinliğindeki kuyudan sülükçüler tarafından
çıkarılan sülüklerin ayak ve damar hastalıkları ile özellikle varis rahatsızlığına
iyi geldiği öne sürülüyor. Geçmiş yıllarda vatandaşlar tarafından daha çok
kullanılan ve şehir merkezlerinde satılan sülükler, şimdi birkaç kişi tarafından
şişelenerek satılıyor. Vatandaşlar, bacaklarının rahatsız olan bölgesine
koydukları sülüğün damarlardaki pis kanı temizlemesini bekliyorlar. Sülüklerin
ayak damarlarındaki pis kanı emdikten sonra ayaktan ayrılarak öldüğü belirtildi.
Köylerde okullar erken yaz tatiline girer, çocuklar ailesine yardım için koyun kuzu otlatırdı. Çobanlık yapan her çocuğa bir kaval almak büyüklerin görevi, çocukların ise en sevdiği hediyesiydi. Köy gençleri arkası o yılların aktör ve artistlerinin fotoğrafı olan yuvarlak aynaları ceplerinden eksik etmezdi. Özellikle bahar aylarında köylerde sık sık kömüş (manda), boğa, öküz vuruşmaları olur, köylülerce araya urgan atılarak ayrılırdı. Azgın erkek kömüş ve boğaların boynuna bağlı iplere köstek takılarak yaylıma sürülürdü.
Köylerde çobanlık yapan, yani mal ve oğlak güden çocukların en sevdiği azık oğmaçtı. Tereyağlı yumurtanın içine küçük küçük doğranmış işkefe yumurtayla karıştırılarak pişirilir, işkefenin içine dürülür, azık mendiline (yağlık) sarılır ve çocuğun beline bağlanırdı. Davar güden çobanların en büyük yardımcısı Kangal cinsi davar köpekleriydi. Kepez’in Fırtıman’ın çoban köpekleri genelde Kangal cinsiydi. Çocukluğumuzda Amcaoğlu Dursun ağabeylerin Gobel isimli Kangal cinsi davar köpeği çocuklara karşı ne kadar munis ise kurda karşı o kadar amansız bir köpekti. Bizim için kurt hikayelerine konu efsane bir hayvandı.
Bu yıllardan farklı olarak zeyrek, burçak, fiğ, haşhaş, kendir ve kenevir ekilirdi. Sabahın erken saatlerinde haşhaş çizerdi kadınlar kuşluk vaktine kadar. İkindi serinliğinden sonra, çizilen afyon sakızları, hunilerde toplanırdı. Zile’nin sebze ihtiyacı Gezir’deki yeşilliklerden karşılanırdı. Gezir’in mısırının,fasulyesinin, patatesinin, domatesinin, biberinin tadı lezzeti bir başka olurdu. Suni gübre yaygın olmadığından burada yetişen sebzelere rağbet fazlaydı. Dışardan Kazova’dan, Amasya’dan, Bafra’dan, Çarşamba’dan sebze ise günümüzdeki kadar bol gelmezdi. Arabalarla, heğlerle Zile’ye getirilen domatesler salça yapımı için anında satılırdı. Bat için bu yerli salçalar halâ aranmakta ve kullanılmaktadır.
ÇOCUKLUĞUMUZDA ZİLE
Çocukluğumuzda
Haşhaş tarlaları vardı Zile'de
Evimizin önünden yorgun argın kadınlar geçerdi
Yanakları haşhaş çiçeği gibi mor
Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI
Köylerde karasabana atlar, mandalar, öküzler koşulurdu. Geceden kömüşler (mandalar), öküzler yayılır, doyurulur, sabah erkenden karasabana koşularak herk sürülür, öğle üzeri bırakılırdı. Atlarla tek bıçaklı pullukla tarlalar sürülürdü. Orak (ekin biçme) bitiminde helva yapılır, tarlalara çam ağacından yapılma çam bardaklarla su götürülürdü. Çocuklara iki ağaç arasına gölgeye salıncak kurulur, ara sıra annesi tarafından emzirilir veya maması yedirilirdi. Şair ve yazar Ceyhun Atıf KANSU 1948 yılında Zile'ye geldiğinde tarlalarda gördüğü bu durumu "Zile'ye Düştü Yolum" isimli şiirinde bahsetmektedir.
Temmuz güneşinde günlerce tırpanla ekin biçilir, biçilen desteler sabah erkenden serinlikte yığın yapılırdı. Zile’nin kenar tarlalarında (özellikle Turhal yolu çevresi, Amasya Caddesi bitiminden Ulukavak yolu ve Saraç Çayı civarında) harmanlar, harmanlara çalıdan, daldan gümeleler kurulurdu. Zile'de genelde traktör ve at arabalarına köylerde ise kağnılara anadutla saplar yüklenir, harmana getirilirdi. Yolları eğimli köylerde kağnı ile sap getirilmesinde, inişlerde kağnının arkasına pelitlerden (meşe) kesilen dallardan oluşan sürgünün üzerine taş konur veya çocuklar oturtulur, kağnının hızlanması önlenirdi. Yokuşlarda ise kağnının okuna çocuk bindirilirdi. Sürgüye, kağnı okuna binmek çocuklar için birer eğlenceydi.
Geçimini Topraktan Sağlamaya Çalışan Çiftçi Ailesi Harmanda
Atların, öküz veya mandaların çektiği dövenle sürülür, dirgen ve yaba ile aktarılan harman, tırmık ve yaba ile yığılarak tığ yapılırdı. Savrum makinaları çıkmadan önce yabalarla tığlar savrularak denesi ayrılırdı. Savrum makinaları çıktıktan sonra artık tığ savurmak için yel beklenmez oldu. Büyük kolaylık getirdi. 60'lı yılların sonuna doğru patoslar çıkınca çiftçi daha bir rahatladı. Geceleri kulaklarımıza savrum makinalarının sesi gelirdi uzaklardan. Harman bitiminde kağnı ve at arabalarından salları sökülüp çetenler konarak samanlıklara saman taşınırdı.
CAHİT KÜLEBİ - HİKÂYE
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi
Hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi.
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!
Harman bitiminden sonra pancar sökümü başlar, günlerce kar altında dahi pancar sökülür, sökülen pancarlar kağnı, at arabaları ve traktörlerle istasyona götürülür, teslim için istasyon yolunda karda kışta kuyruklar oluşurdu. Kışlık unlar öğütülürdü. Yazdan, yevgiler alınarak tahta ambarlara, hararlara, taharlara, söğüt çubuğundan yapılan ve içi sıvanan 50 - 60 uruplağlık büyük sepetlere depolanırdı. Bahara doğru köylerde samanın azalması ile keven bitkisinin dikenleri yakılır, köküyle çıkarılır, baltalarla kıyıldıktan sonra hayvanlara yedirilirdi.
Yaz aylarında Çermik (Sulu Saray), Köhne (Sorgun) ve Terziköy Kaplıcaları'na gidilirdi. Çağıltı Dergisi'nde "Terzi Hamamı Anıları" yazısında bir Zileli'nin kaplıcadaki günlüğü anlatılmakta; Zile - Terziköy yolunun durumundan yakınılmakta. “Amasya Vâlisi Zile sınırına kadar eski şoseyi yaptırmış deniliyor. Oraya bir ulaşabilseydik. Karanlıkta birden rahatladık. Allah razı olsun, kavuştuk Vali Bey'in yaptırdığı yola. İnsan bir an için AMASYALI olmayı arzu ediyor işte. Yol onların toprağında, su onların toprağında.... Hepsi 30 kilometreyi bulan şu yolun yapılması şu kadar eziyeti karşılamaz mı yoksa?... İşte ZİLELİ heybesinin bir gözüne çocuğunu, bir gözüne erzakını kor da gelir bu yollardan...” ( Çağıltı Dergisi Sayı 6, Eylül - Ekim l961). Aradan 35 - 38 yıl geçti. Bu yol halâ aynı durumda. Gözden uzak olan Zile, gönülden de uzak herhalde?
Evlerde komşular bir araya gelip bir, bir buçuk ay yetecek kadar işkefe (yufka) yaparlardı. Her evde olmasa bile pek çok evde tandır, ocak, bağ damı vardı. Ayçiçek, haşhaş sapları, mısır calazı ve saman yazdan istif edilir, sonbahar'da bağlardan gazel toplanır, ekmek yaparken, ocaklarda yakılırdı. Akşamdan veya sabah erkenden ekmek sacının altı küllenir, hazırlanırdı. İşkefe yapılırken bezi, cevizli, haşhaşlı katmer, çökelekli, patatesli, peynirli, kıymalı yapılır, yanına da bat hazırlanıp yenir, semaver çayı içilirdi.
Mahallî yemekler olarak helle çorbası, cılbır, patlıcan ve fasulye tava, pancar (madımak), tutmaç, keşkek, ebegümeci pilâvı, düğü çorbası, sulu pilav, düğü pilâvı, mercimekli pilâv, erişte, şehriye, galle, kelle, paça, mimbar pişirilirdi. Çektirilen bulgurun en incesi pekmezle karıştırılarak top şeklinde sıkılıp helva yapılırdı.
Güzün bağ bozumunun, elma dermenin, ceviz çırpmanın ayrı bir yeri vardı Zileliler'de. Bu yıllar Zile'de bağlara en iyi bakıldığı ve en verimli yılları idi belki de. Bağ yollarında insandan, arabadan, heğ yüklü hayvanlardan geçilmezdi.
Bağların ve şehir içinin ulaşımı tek atlı arabalar, eşek veya katır arabaları, sonraları kasası renkli tekerleri, lâstik geçmeli, yaylı at arabaları ile sağlanırdı.
Evlerde bahçelerde şinevatlarda üzüm çiğnerdi kadınlar, kızlar. Sonbahar'da bağ bozumunda evlerde köme, sirke, pekmez, bağ ekşisi, kuşburnu ve ayva pelveri, tarhana yapılırdı.
Şinevatlarda sıkılan üzüm şırası bağ leğenlerine konur, pekmez toprağı da atılıp, odun ateşinde kaynatılır, kıvamı gelince ocaktan indirilip zelve ile saatlerce çırpılarak çalma pekmez yapılırdı. Hafız Şükrü AHISKALI, Derviş ve Kâmil ÖZKALELİ ile Gülsoy’ların imal ettiği meşhur Zile pekmezleri büyük şehirlerde ve çevre illerde satılırdı. Duru pekmezler küplere, çalma pekmezler tahta küleklere, tenekelere konurdu. Bazı köylerde ise, boğma rakı yapılırdı üzümden.
Panayır zamanında herkes bütçesine göre seyis, çebiş, dana, alarak keser, kıymasını, bez sucuğunu yapar, kemiklerini duvarlara asarak, kuruturdu. Ayrıca ticari olarak Derviş ve Kamil ÖZKALELİ kardeşlerin imal ettikleri sucuk ve pastırmalar büyük şehirlere gönderilirdi. Bağ kenarlarından, derelerden kuşburnu, karamük, davun, bük üzümü toplanırdı. Evlerin önündeki asmaların üzümlerine bez torbalar geçirilirdi. Sergenlik elma, üzüm ve vazlar tavan arasına veya somyaların altında, kilerlerde veyahut çamdılara torbalara asılmak suretiyle saklanırdı.
Bağlar kesilip, elmalar derildikten, cevizler çırpıldıktan sonra başakçılar bağları dolaşır, geriye kalan meyve ve üzümleri toplarlardı. Bugün kaç evde bir köşede şinevat kaldı şimdi? Çocuklarımız cevizin çalma pekmeze batırılarak ocak başında yenmesinin zevkini nereden bilecek? Şimdi pek az üzüm alınan bu bağlardan o yıllarda at arabaları ve heğlerle üzüm taşındığı ve üzüm kesmekle bitirilemediğini kime inandırabiliriz? Nerede kaldı her evde yapılan kömeler tarhanalar? Panayır zamanı seyis kesilerek yapılan bez sucuklar, kavurmalar? Buzdolaplarının yaygınlaşmasıyla etlik kesme âdetimiz de kaldı o yıllarda!
Ekim ayında on beş gün süren deri (deir - panayır) Zile'ye önemli bir canlılık getirirdi. Panayır şimdiki stadyumun yerine kurulur, panayır yerinden Saraç Çayı üstündeki köprüye kadar sağlı sollu çadırlarda esnaf satış yapardı.
Panayırda halkacılar, sihirbazlar, kader çektirenler, dönme dolap, büyük küçük salıncak, vahşi hayvan çadırları, tiyatrolar, duvarda dönen üstüvâne motosiklet çadırları gibi eğlence yerleri vardı. Panayırdaki çadırlardan yükselen şarkı, türkü, reklâm sesleri gece yarılarına kadar sürerdi.
Bir hafta sürekli hayvan pazarı (mal pazarı) kurulurdu. Seyyar satıcılar nohut, kestane, mısır közleyip satardı. Macuncular, simitçiler, horoz, pamuk şekercileri, patlak mısırcılar çocukların en rağbet ettiği kişilerdi.
Çocuklar bir testi, bir bardak alıp panayırda, mal pazarında bardağı 10 kuruşa su satarak panayır harçlıklarını çıkarırlardı. At yarışları şimdiki şehir stadının Kuzey'inde, panayırın yanında yapılır, protokol çadırları tepeye kurulurdu. Yarış alanının etrafı çevre il, ilçe ve köylerden gelen insanlarla dolardı.
Ganioğlu Mustafa, Külahların Ahmet, Karabacağın Mustafa ve Mahmut, Tokuççuoğlu Hamit, Kirampalı İslam Ağa, Kasap Sadık Koçgürsoy, Bakırcı Ali, Lâstikçi Balaban ve Papaklı Rüştü, Mustafa TOPRAK, Kepezli Şükrü Taşdemir, Tahsildar Kâni DÖKER'in yarış atlarını hatırlıyorum o günlerden.
Sırıklarla yürüyen palyaçolar, top sahasında ip üzerinde gösteri yapan Cambaz Boncuk heyecanlandırırdı seyredenleri. Panayır güreşleri at yarışları başka birer heyecandı o günlerde. Amasya Boğa Köylü Abdullah, Sapoğlu Ali ve Mehmet kardeşler, Kozdereli Hasan, İbrahim KARABACAK, Dursun ALICI, İsmail TOPÇAM o yıllarda panayır güreşlerinde perdah atan güreşçilerdi. İlk altın kemerli Ordu'lu Mustafa'nın 1963 Kırkpınar Başpehlivanı Sezai KANMAZ'ı Sanat Okulu'nun bahçesinde yendiği, hemşehrimiz Hasan SEVİNÇ'in gururumuz olduğu yıllardı.
Ramazanların kış aylarına denk geldiği, Ramazan vaazlarında Zile'nin yetiştirdiği kıymetli âlim rahmetli Müftü Arif (KILIÇ) Hoca'nın bal tatlısı sohbetleri, nurlu, güleç yüzü, Ulu Câmi Müezzini Kireçlili Sofu Emmi'nin ve Salih Hafız'ın sabah ezanı okuması... Kur'ân kursunda Hafız çıkanlar için üç gün sabah namazından sonra cemaate beyaz fincanlarla hafız şerbeti dağıtılırdı. Ramazan öncesi üç aylarda bütün câmilerin görevlileri sabah namazından sonra toplanır, kırk gün hatim indirilirdi. Bu âdet bugün de devam ediyor sanırım.
Toplanır Hasanağa Câmîi'nin yanındaki Kur’ân Kursu'nda Kemal Hafız, Sofu Emmi; evinde erkek öğrencilere yazları Kur'ân öğretirdi. Mahallemizin kızları Küçük Minareli Câmi'nin yakınındaki Hafızabaya Kur’ân öğrenmeye giderlerdi. Bayram için gittiğim Zile'de Ramazan'da Zile TV'de rahmetli Arif Hoca'nın sesini duymak, altmışlı yıllara götüren hoş bir sürprizdi. Kendimi o yıllara ışınlanmış sandım. Ramazan akşamları Haznedar Sokağı ve Kültür'ün önünde çocuklar iftariyelik satarlardı.
Kalede ramazan davulu çalınır, ramazan topu Aziz Emmi tarafından atılır ve heyecanla beklenen Ramazan topu öncesi arastada ramazana özgü pideler yapılırdı. Kelin Fırını'nın ekmeği ve pidesi meşhurdu. Geceleri sahurda genelde bişi yapılırdı. Kışa ve ramazana hazırlık olarak konu komşu toplanıp şehriye ve erişte keserdi geceleri. Erişte keserken tevhitler (ilâhi), maniler okunur, bilmeceler sorulurdu. Ev sahibi haline ve mali durumuna göre misafirlere sergenlik elma, üzüm, vaz, üzüm ve döngel turşusu, köme, tarhana, nohutlu çedeneli cevizli kaynatma (hedik) ikram ederdi. Mahalle arası fırınlarda cevizli, haşhaşlı keteler yaptırılır, kete yaptıran odununu da beraber götürürdü. Mahalle fırınlarını genelde kadınlar çalıştırırdı. Kete yaptırma karşılığı olarak belli bir sayı için bir kete veya parası verilirdi. Yine kış aylarında bu fırınlarda keşkekler pişirilirdi.. Ayrıca uzun kış günlerinde evlerde pişmaniye çekilirdi.
Sohbetler yapılırdı sobaların, mangalların başında. Evlerde, bölme denilen kış odalarına Zile'de yapılan kuzine ve sactan yapılan odun sobaları kurulurdu. Sobalarda çoğunlukla kaçak odun (pelit), Belediye'nin sattığı (şimdiki kütüphanenin yerinde) odun, çalı, çırpı, tezek yakılırdı. Kömür pek yaygın değildi. Pencere pervazlarının aralarına undan yapılma çiriş sürülür, kesilen gazete kâğıtları ile yapıştırılır, soğuk girmesi önlenirdi. Sohbetlerin yanında yüzük ve diğer oyunlar oynanırdı, mangalların, sobaların başında. Köylerde hali vakti yerinde olanların odası vardı. Misafirler odalarda ağırlanırdı. Oda sohbetleri yapılırdı kış geceleri.
Köylerde çakmak taşları arasına ağaçlardan koparılan kav konur, çakmaktaşları (dövenin altına çakılan kesici yassı taşlar) birbirine sürtülerek kav tutuşturulur, sigara ve ateş yakılırdı. Pamuğuna benzin konan gümüş renkli muhtar çakmakları, işlemeli tütün tabakaları tiryakilerin ayrılmaz birer aksesuarı idi.
Özellikle kış aylarına doğru köylerden at ve eşeklerle kaçak olarak odun, odun kömürü gelirdi. Kaçak odunlar genelde şehir içlerine gelmeden ucuz pahalı satılırdı. Ormancılar mahalle aralarında gezerler, odun yüklü hayvanlara rastladıklarında yakaladıklarına el koyarlardı. Vaktiyle Zile dağlarını süsleyen devâsa ormanların yok oluşunun temel nedeni bu usulsüz kesimlerdi.
Kislik Mahallesi'ndeki sokağımız olan Partal Sokak'ta Deli Ümüs namıyla bilinen komşumuz pek çok köylüyü ormancıların elinden kurtarırdı. Köylüler hayvanlarını bırakır kaçarlardı. Afyon sakızının resmî olarak görevlilere, satılması gerekenden fazlası çiftçiler tarafından belli kaçakçılara satılırdı. Sigara tiryakileri kaçak olarak satılan Kel Memet ismi verilen özel sigara kâğıtları alarak ince kıyılmış kaçak tütünlerden sigara sararak içerlerdi. Birinci, İkinci, Üçüncü, Gelincik, Yaka, Bafra, Harman, Sipahi, Kulüp, Yenibahar, Yenice isimli sigaralar satılır, çocuklar kapaklarını biriktirirlerdi. Tütün ekildiği yıllara yetişemedim. Yetişemedim de babaannemin ve dedemin tütün ektikleri dönemleri, kaçak tütünle ilgili Sivas'ta yargılandıklarını dinlerdim çocukluğumda. Bir de Zile'nin ünlü eşkıyaları Müdür ve Kel Bekir'in hikâyelerini.
Bazı evlerde inek beslenirdi. Özellikle kenar mahallelerde daha yaygındı. Aileler kendi ihtiyacı için beslerlerdi. Evlerde tavana sicim asılır, Zile'de yapılan yayıklara soğuk su ve yoğurt konur, yağ ve ayran yapılırdı. Şehrin sığırları üç ayrı yerde Hıdırlık'ta, Kargapınarı'nda, Çöplükbaşı'nda toplanır; sığırcılar tarafından yaylıma götürülürdü.
Bağlarda bağ bekçileri, tarlalarda kır bekçileri dolaşırdı. Ulukavak tarafı ile Kislik Mahallesi'nin, Amasya Caddesi'nin devamındaki bağların bekcisi Memoğ Emmi çocukluğumuzun her yerde karşımıza çıkan bekçisiydi. Gözü üzerimizde olurdu. Ekinlerin arasından, sınırlardan culban, yemlik, bekçi korkusuyla toplanırdı. O yıllarda salyangoz ihracı olduğundan çocuklar bağlardan salyangoz toplar, Hapan'da satarak harçlıklarını çıkarırlardı. Malı, parası vs. kaybolanlar tellal tutup, mahalle aralarında akşamları bağırtarak kayıplarını bulmaya çalışırlardı. Hıcıplı Kör Sadık isimli hemşehrimizin sesi yankılanırdı akşamları. Yine uzun kış geceleri mahalle bekçilerinin düdük sesleri duyulurdu.
Malatya'da 1958 yılında Zile'den ayrı geçirdiği bayramı "Gurbette Bayram" başlıklı yazısında, çocukluğundaki bayramları şiir güzelliğinde anlatmakta."Cennet ya altında ya üstündedir Zile'nin" diyecek kadar Zile sevdalısıdır. Rahmetle anıyoruz kendisini.
1950’li yılların sonundan itibaren Turhal’da doktorluk yapan Şair Ceyhun Atuf Kansu, “Zileye Düştü Yolum” adlı şiirinde o yılların Zile’sini tasvir etmektedir. Şairin Zile’ye geldiğinde bu şiiri yazdığında kundakta tarlalarda iki dal arasında salıncaktaki olan çocuklar şimdi 50 yaş civarındaki hemşehrilerimizdir. Kimbilir yolda gördüğü iki dal arasındaki salıncakta uyuyan çocuk belki şimdi doktordur da, Zileli ve diğer çocuklara şifa dağıtır.
Şair bir şiirinde "Bizimle doluyor Vazanya toprakları, Zile toprakları."diye o yılların yoksulluğunu, çocuk hastalıklarından çaresizlik içinde çocuk ölümlerini anlatmaktadır.
Yazımızın başlarında belirttiğimiz Çağıltı Dergisi'ndeki yazılar o yılların Zile'sini anlatan ve sayfalar arasında kalmış, Zile'nin yeni neslini okumaya çağıran birer hazinedir.
Altmışlı yılların özelliği nedir? Bize göre Zile’nin tarihinden, Cumhuriyet öncesinden gelen kültürü, coğrafî yapısı,ekonomisi, panayırı, bölgedeki konumunun özelliğini Cumhuriyet'in ilânından sonra da sürdürmüş ve en kültürüyle, ekonomisiyle, panayırıyla, bağlarıyla, el sanatlarıyla, ticaretiyle parlak dönemlerini yaşadıktan sonra, teknolojinin gelişmesi, ulaşımın kolaylaşması, yatay göçün başlaması ve televizyon ile haberleşme araçlarının insan hayatına daha fazla girmesiyle ve ilâve olarak el sanatlarının ve ticaretin gerilemesiyle, bu yılların sonlarından itibaren ve yetmişli yıllarla birlikte Zile, eski Zile olma özelliğini yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştır.
Yukarıda belirttiğimiz çalışmaları ve 1960'lı yıllardaki kültür hareketleri ve bu çalışmalardaki büyüklerimizin gayretlerini gördükten sonra, günümüzde yeni neslin, öğretmenlerimizin, Zileli gençlerin ve aydınların bu hususlarda çalışmalarını görememek bizleri üzmektedir.
Baharın ılık havasında, tabiatın yeşile büründüğü, baharlıklarını giydiği günlerde, kim istemez Şeyh Ahmet Çamlığı'nda, bağlarda bülbül sesi dinlemeyi? Kim istemez Karadini, Azarya, Meydanlık, Dereboğazı bağlarında, Esvap Çayı'nda, Gezir yeşilliklerinde semaver tüttürmeyi? Hangi çocuğu heyecanlandırmazdı, Çifte göller, Çakırkaya, Kireçli Havuzu? Dereboğazı'nın, Bağlıca'nın boz bulanık akan suyunun çağıltısı yankılanıyor mu acaba? Baharda kaç kişi dinledi Ennebadi ile Kepezde'ki Koyungülü ve Devretkaya Şelaleleri'nin nağmelerini?
Kimler seyretti Kaleden, Deveci Dağları'nın doruklarını? Kendimizi kaptırdığımız iş, eğitim, geçim dünyasından sıyırıp da birkaç gün, birkaç saat de olsa bu güzellikleri kaç kişi yaşayabiliyor acaba? Farkında mıyız içinde yaşadığımız bu mekânların varlığından? Zileli olup da dışarda yaşayan hemşehrilerimiz Zile'ye geldiklerinde Celeppınarı, Cebeci, Kepirpınar, Çukurpınar, Çaypınar ve Esvap Çayı'ndan soğuk bir su içmeden dönüyorlar mı acaba? Bat yemeden, semaver çayı içmeden Zile'ye geldiklerini biliyorlar mı? Hayatında bir defa olsun Hüseyin Gazi Tepesi'nden Zile'yi, Zile ovasını seyretmeyen kendini Zileli sayıyor mu acaba? Bir Zile türküsünde;
Zile'liyiz dediler
Bi kazan bat'ı yediler
Daha yok mu dediler
Ağam gez, paşam gez
Bir de şu Zile'yi gez.
demekte. Yıllar sonra Zile'ye gittiğinizde gezelim de nereyi gezelim diyorsanız; Hüseyin Gazi Tepesi'ne, Şeyh Ahmet Çamlığı'na çıkıp Zile'yi seyretme imkânınız yoksa bile kaleye çıkabilirsiniz. Kaleye çıkarsınız belki eş ve çocuklarınızla. Onlara çocukluğunuzda, gençliğinizde arkadaşlarınızla kaleye çıkışlarınızla ilgili anlatacağınız pek çok hatıranız olacaktır her halde?
Hüseyin Gazi Tepesi'ne çıktığınızda seyredin bir Zile'yi, oturun orda ardıcın dibindeki bir taşa, elinizi şakağınıza koyup, bakın Bayırköy, Kireçli, Şeyh Ahmet, Aslan Dede Tepesi'ne, Sivriçal'a, Bağlıca Deresi'ne, Dereboğazı'na, Azarya, Karadini bağlarına, Karayün Beleni'ne. Baharda çıkarsanız tarlalarda, bağlarda yeşilin tonlarını, yeşil denizini, uyanan tabiatı zevkle seyrederken, bahara mahsus hafif soğuk bir yel üşütecektir sizi. Yaz sıcağında seyrederseniz, kısa kollu gömlek de olsa üstünüzde, bir rüzgâr dalgalandıracak saçlarınızı, yeşil pancar tarlaları ile ekinlerin biçildiği sararmış anızları, sarı ayçiçeği tarlalarını, bağların yeşilini, sarının yeşille dansını seyredeceksiniz ardıcın gölgesinde.
Sonbaharın sonuna doğru acı bir rüzgârla birlikte yeşeren güzlük ekinleri, koyu kahverengi geometrik şekilli herk tarlaları ile bağların altın sarısı ve kızıla yakın renk cümbüşünü yaşayacaksınız. Bir kış günü seyrederken ZileKalesi'nin, Deveci Dağları'nın, Zile Ovası'nın, tepelerin bembeyaz gelinlik gibi örtüsünü göreceksiniz. Ve bu manzaraların etkisi ile taşlı patikalardan inerken kuş sesi, çekirge sesi ve uzaktan bir kaval sesi duyacaksınız kim bilir? Geçmişinizden, çocukluğunuzdan, gençliğinizden neleri hatırlayacaksınız belki de?
Yağmurdan sonra, Kayapınar'dan, Şeyh Ahmet Tepesi'nden gelen sisin Kepez'e kadar indiği, koyunun kuzuya katıldığı, koyun, kuzu oğlak, keçi sesinin, köpek ulumalarına karıştığı, her evin bacasından duman yükseldiği bir bahar gününün köy akşamı. Elektriksiz, radyosuz evlerin üzerine akşam karanlığı çöktüğünde, 10 km ilerde yanıp sönen Zile ışıklarını seyrederken, gaz lâmbasının ışığında babaannenizden dinlenen ejderha, dev masalları, Pehlül Birdane menkıbelerinden sonra yatağa girdiğinizde, zihni meşgul eden bu masallara çoban köpeklerinin gecenin karanlığını yırtarcasına ulumaları eklenince, korku ve ürperti karışık duygular içinde yorganın içine büzüşerek, saklanarak uykuya dalma...
Bahar aylarında karların erimesine, bir de bahar yağmurlarının eklenmesiyle Dereboğazı'ndan gelen selin uğultusunun, bekçilerin karşılıklı çaldıkları düdük seslerinin, gece yatağa girdiğinizde kulaklarınızdan gitmemesi, selin mahalleleri ve evleri basacakmış gibi verdiği korku ve endişe yüklü duygularla uykuya dalma... Bütün bu duygular yıllar sonra bugün köye, Dereboğazı'na, Çaymahalle'ye, Çöplükbaşı'na gittiğinde, altmışlı yılların başında ilkokul çağındaki bir çocuğun, şimdi aklına gelen duygularıdır. Bu ruh halini, yaşayanlar bilir ancak!
Kurban Bayramı'nda çıktığım Şeyh Ahmet Çamlığı'ndan Zile'yi seyrederken bunlar geldi aklıma. Geldi de hüzünlendim orda çamların rüzgârda çıkardığı uğultuyu dinlerken. Zile'nin altmışlı yılları, çocukluğum geçti gözümün önünden bir sinema şeridi gibi. Şüphesiz pek çok özelliği, olayları vardır o yılların. Bir kesitini, bir fotoğrafını sunduk sizlere. Çocukluğumda gerek yaz tatillerinde Kepez'de ve diğer köylerde geçen köy hayatı ve gerekse l960'lı yılların başından itibaren şehir hayatından yaşadıklarımı, gördüklerimi, duyduklarımı, anlatmaya çalıştım bu satırlarda. Keşke dedim ağabeylerimiz, amcalarımız ablalarımız da ellili, kırklı ve önceki yılları anlatsalar bize satırlarda, Zile televizyon ve radyolarında. Eski kültürümüzü, örf ve âdetlerimizi, eski Zile'yi anlatsalar çocuklarımıza, yazsalar da gelecek nesillere kalsa bunlar.
Yazımızın başında "geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer" demiştik. Okuduğunuz bu satırlar size bu sözü düşündüremediyse, ya biz Zile'yi anlatamadık ya da siz Zile'yi yaşamamışsınız veyahut unutmuşsunuz Zileli'liğinizi. Yok eğer bu satırlar sizi nostalji olarak geçmişinize, yaşadıklarınıza götürmüş ise (özellikle Zile dışında olan Zileliler'in) o günlerin, hâtıralarınızın, çocukluğunuzun, gençliğinizin hatırına düşünürseniz, pek çok Zileli çocuk, genç, fakir, kimsesizin, sizlerden aş, iş sahası, yardım beklediğini iliklerinizde hissedeceksiniz. Bu ise Zileli olan, kendini benliğinde Zileli hissedenlerin borcu ve sorumluluğu demektir. Bu sorumluluğu duyan zaten Zileli'dir. Bizim Zile'nin bildiğimiz;
Yeşil ördek gibi daldım göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere
Başım alıp gidem gurbet ellere
Ne sen beni unut ne de ben seni
diyen türküde olduğu gibi, gurbet ellere çeşitli vesilelerle gitmiş olan Zileliler'i Zile ve Zileli unutmayacak.
Umarız ki gurbetteki siz Zileliler de unutmasın Zile'yi. Zileli Şair Seyyid Derviş Yatırlar Destanı'nda; "Niçin Beğenmezsin Şehri Zile’yi" diye sormakta, Zile’li Ünlü Şair Talibî de bir şiirinde ;
Talibiyim kurtulmadım çileden
Mültezimler öşür alır kileden
En doğrusu kaçmak imiş Zile’den
Hiç gelmemek nurun alan nur imiş.
demektedir. Zile’yi kim beğenmediği için şair bu destanı yazmış? Koca şairi Zile’den kaçmaya iten çileleri dertleri ne imiş? Bunları bilmiyoruz ama, bizim büyük ozanımız Zile'nin Veyseli Sadık Doğanay’ın;
Bu ilimin yazanıyım
Bozuk değil, düzeniyim
Ben halkımın ozanıyım
Şu Zile’nin ellerinden.
dediği gibi Zileli olup Zile’nin ekmeğini yemiş, suyunu içmiş; hayatının bir kesitinde havasını teneffüs etmiş gurbetteki hemşehrilerimizin Zile’yi ve Zileliler'i unutmadığına, unutmayacağına inanıyoruz biz.
Bu yazımızda şüphesiz 1960 - 1970 arası bütün olayları, o yılları tam ve ayrıntılı olarak anlattığımız iddia edilemez. Sadece o yılların tespit edilebilen, gözlemlenen olayları ile, gerek şehir ve gerekse köy hayatında yaşananlar anlatılmaya çalışılmıştır. 60'lı yılların şehir hayatını yaşayanlar için şehir hayatından, köy hayatını yaşayanlar için köy hayatından kesitler vermeye çalıştık bu satırlarda. Zaman zaman yazının gidişatına ve ilgisine göre altmışlı yıllar öncesinden ve sonrasından da bahsettik sizlere. Eksiklerimiz, tespit edemediklerimiz için hemşehrilerimizin hoşgörü ve anlayışına sığınıyor, eleştiri ve önerilerini beklediğimizi belirtmek istiyoruz.
Yazımızın hazırlanmasında yardımlarını ve ilgilerini esirgemeyen Mehmet SEZEN, Hüseyin HOŞCAN, Kemalettin AYDIN, Fevzi ŞENDOĞDU, Bekir AKSOY ile Cemile SUNA (SEZEN) ve Emine BADICOĞLU'na teşekkür borcumuzdur. Bu yazımızdan alıntı yaparak davetiyelerde tanıtan, yazımızın yayınlanmasına vesile olacak olan İstanbul Zileliler Derneği Başkanı Asım Turgut YEŞİLTAN'a ve şahsında Dernek Yönetimi'ne teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca Kurban Bayramı'nda yaptığımız Altmışlı Yıllarda Zile isimli programımızda sazı ve sözüyle söylediği Zile ve yöresi türkülerle gönül telimizi titreten sevgili arkadaşım Tekin KİREÇÇİ ve programa danışman olarak katılan ve yardımlarını esirgemeyen arkadaşım Halit AYATA’ya, bu imkânı bize veren, canlı yayınla Zileli hemşehrilerimize Zile nostaljisi yaşatmamızı sağlayan, sevgili arkadaşım Zile TV Sahibi Hüseyin GÜLBASAR’a da teşekkür etmeden geçemeyeceğim.
Yazımızda ismi geçen kişilerin yanında, ismi geçmesi gereken kişiler, olaylar vardır muhakkak. Bu satırlarda ismi geçen kişilerden, hemşehrilerimizden aramızdan ayrılanları hayırla, rahmetle yâd etmek, yaşayanlara uzun ömür ve sağlık dilemek de borcumuz ve duamızdır. Bu duygularla diyorum ki geçmişteki Zile'den selâm olsun Zile'ye. Geleceğini ise ALLAH (C.C.) bilir Zile'nin.