KÖROĞLU























Köroğlu
1960’lı yılların başlarıydı. Şimdi tepesinde güvenlik güçlerinin telsiz rölelerinin bulunduğu Ahmaklar Dağı’nın Beybağı ve Geyras’a bakan yamaçlarında avlanıyorduk. O zamanlar oralarda çok keklik olurdu.
Av arkadaşım Sakaoğlu Osman Uzun idi. Ben 18 yaşlarımda, Osman emmi 55-60 yaşlarında idi. Ailece uzun, boylu oldukları için soyadı kanunu çıkınca Uzun soyadını almışlardı. Ama herkes onu “Sakaoğlu Osman” diye tanırdı.
Biz de kendisine “Osman Emmi” derdik. Osman emmi şimdilerde artık nesli tükenmiş, güngörmüş, sözü sohbeti yerinde bir avcı idi. Genelde neşeli şeyler anlatır, anlattıklarına kalın sesiyle kendisi de gülerdi. Şimdi özel sektöre devredilen fidanlık arazisinde, fidanlık kurulmadan önce arazileri varmış. Cumhuriyetin ilk yıllarında burada bir cinayet işlenmiş. Suçu o zamanlar çok genç, fakat yiğit olduğu için herkesin çekindiği Osman emmiye atmışlar.”Ben yapmadım” derdi. Ama 7-8 yıl hapis yatmış, Cumhuriyetin 10. yıl dönümünde çıkarılan genel aftan yararlanarak kurtulmuş.
Sıcak bir sonbahar günüydü, yorulmuş terlemiştik. Bir gölgeye oturup dinlenirken nerden icabetti hatırlamıyorum, Osman emmi muhtemelen cezaevindeyken başkalarından dinlediği bir Köroğlu hikâyesi anlattı.
Bir gün Çamlıbel’de Köroğlu uzanmış yatmış, istirahat ediyor, Ayvaz’da nöbet yerinde nöbet bekliyormuş. Ayvaz nöbet yerinden bağırmış ki:
___Birileri geliyor…
Köroğlu yattığı yerden sormuş:
___Nasıl geliyorlar?
___Muntazam sıralar halinde rap rap geliyorlar.
Köroğlu:
___Onlar Sivas’lıdır. Tutkundur onlar demiş.Aradan biraz daha zaman geçtikten sonra Ayvaz nöbet yerinden bir daha bağırmış:
___ Birileri daha geliyor…
___ Nasıl geliyorlar?
___Her biri bir baş çekmiş, darmadağınık geliyorlar.
Köroğlu yattığı yerden değerlendirmesini yapmış:
___Onlar Tokat’lıdır. Tutkun değildir onlar.
Bir müddet daha geçmiş, Ayvaz nöbet yerinden bağırmış:
___ Birileri daha geliyor…
___ Nasıl geliyorlar?
___Tek sıra olmuş birbirlerinin peşi sıra geliyorlar.
___Onlar da …….’lidir. Onlar hep birbirlerine kazık atmıştır da, birbirlerinin yüzüne bakamazlar. O zamanlar bu hikâyenin değişik yöre insanlarının karakterlerini anlatışındaki doğruluk dikkatimi çekmişti. Köroğlu’nun Tokat’la Sivas arasındaki Çamlıbel Dağlar’ın da yaşamış olmasını ise, Yunus Emre’nin pek çok yörede mezarının olması gibi, böyle sevilen insanların halk tarafından sahiplenilmesi, yöresine mal edilmesi olarak düşünmüştüm.
Köroğlu’nun Tokat çevresinde yaşamış olduğu konusunda anlatacaklarım da böyle bir heves olarak değerlendirilebilir. Benim yapmak istediğim, Köroğlu’nun Bolu’da yaşamış olduğu görüşünden farklı olarak, Tokat’ta yaşamış olabileceği görüşünü de dile getirmek. Bu konuda duyduklarımı, araştırdıklarımı, gözden kaçanları ve bütün bunlarla ilgili düşüncelerimi, bende kalmasındansa, ilgi gösteren insanlarla paylaşmanın daha doğru olacağını düşündüm.
Her şeyi daha iyi anlayabilmek için önce Köroğlu’nun hikâyesini özetleyelim.
Köroğlu’nu ve macerasını hemen herkes bilir. O mertliğin, yiğitliğin, cesaretin temsilcisidir. Kılıcı ele alınca yaman bir silahşör, sazını eline alınca karakterindeki yüce duyguları dile getiren bir sanatçıdır. Ayrıca toplumu gözleyen ve öğütler veren bir halk filozofudur da.
Köroğlu’nun babası 16.-17. yüzyılda Anadolu’daki derebeylerden birinin yanında, beyin atlarından sorumlu olarak çalışan birisidir. Köroğlu’nun macerası Bey’in bu adamını kendisine cins atlar alması için görevlendirmesiyle başlar.
Köroğlu’nun babası gezer, dolaşır, araştırır. Bey’e zayıf, sıska, bakımsız bir tayı bu soylu çok güzel bir tay diye getirir. Böyle zayıf sıska görünüşlü bir tayın kendine cins diye getirilmesine Bey çok öfkelenir. Kendine hakaret edildiğini, aşağılandığını düşünür. Bu öfkeyle adamın gözlerine mil çekilmesini emreder. Gözü kör edilen adam getirdiği tayla kovulur.
Evine dönen adam intikam ateşiyle yanar. Yapacağı ilk iş taya bakım yaparak ondaki gizli cevheri ortaya çıkarmak, haklılığını ispat etmektir. Bunun için tayı, hiç ışık almayan, pencereleri kapalı bir ahıra kapatır, besiye çeker. Bir müddet sonra test etmek için tayı su bağlanmış ve balçık haline gelmiş bir çayıra salarlar. Aylardır ışık almayan kapalı ahırda besiye çekilen tay zincirden boşanmış denilen şekilde çılgın gibi koşar, oynar. Kenara gelince atın ayak bileklerini elleriyle yoklar. Durumunu gelebileceği noktanın gerisinde bularak yeniden besiye çekilmesini ister. Böylece maceranın en önemli unsurlarından “kırat” ortaya çıkar.
Oğlu da büyümüş, gelişmiştir. Kırata binince inanılmaz bir hareket kabiliyeti kazanır. Özündeki üstün yetenekleri kıratla bir araya gelince müthiş bir güç ve enerji ortaya çıkar. Maceranın bir eksiği kalmıştır. Köroğlu’na yardımcı olacak Ayvaz. O da katılınca, Köroğlu, Ayvaz ve kırat üçlüsünün maceraları başlar. Köroğlu babasının gözünü kör eden Bey’e savaş açar. Dağlara çıkar yol keser, eşkıyalık eder. Ünü her tarafa yayılır. Tokat kalesinin beyinin
kızını kaçırır. Onunla evlenir. Hikâye böylece sürer gider.
Maceralar dışında Köroğlu’nun hayatı kalın bir sis perdesi arkasındadır. Sonunun ne
olduğunu, nerede nasıl öldüğünü, soyundan sopundan kimler kaldığını kimse bilmiyor. Öyle ki acaba gerçekten böyle birisi yaşadı mı, yaşamadı mı insan şüpheye düşüyor. Ama geride şiirleri var. Mertliği, yiğitliği, cesareti, kahramanlığı, yüce duyguları dile getiren coşkulu şiirler Bu şiirlerdeki üslûp hikâyedeki Köroğlu’nun kişiliğiyle örtüşüyor. Böyle bir yiğit var ama tarihi kayıtlarda yok.
Köroğlu bir şiirinde;
“Benden selam olsun Bolu beyine
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır” der.
Bu şiirden hareketle Köroğlu’nun Bolu civarında yaşadığı ve mücadelesini de Bolu beyine karşı verdiğine inanılır. Bu genel kabul görmüş bir husustur.
Ancak Bolu civarında bu hikâyeyi doğrulayacak ne bir Çamlıbel, ne bir iz, ne de bir kayıt vardır. Sadece birkaç yıl önce bir profesör Bolu’daki tarihi kayıtlarda Köroğlu ile ilgili olabileceğini ileri sürdüğü bir bilgiye rastladığını açıklamıştı.
Şimdi Köroğlu’nun hikâyesini tarihin ve coğrafyanın gerçekleri ışığında yeniden değerlendirelim. Tarihi yönden Köroğlu’nun yaşadığı kabul edilen 16. yüzyıl–17. yüzyıl başları her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun dışarıdaki gücünün zirvede olduğu dönemlerse de, içerde yerel yöneticilerin zorbalıkları yüzünden iç karışıklıkların da başladığı dönemdir. Bu dönemin de ilk karışıklığı daha sonraki benzeri olaylara da adını verecek Celali isyanıdır. Celali isyanı 1518 yılında Tokat, Turhal’da çıkmıştır. Bundan sonra çıkan isyanlara da Osmanlı tarihinde Celali isyanları, isyancılara da Celali denilmiştir.
Köroğlu’nun “koçak”larından (yol arkadaşlarından ) birinin adının “Celali Bey “ olması dikkat çekicidir.
Köroğlu’nun hikâyesi de böyle kötü yönetimin haksızlığına uğrayan bir yiğidin
hikâyesidir. O tarihte bu ortam Tokat ve civarında vardır. Aynı dönemlerde belki de İstanbul’a
yakın olduğu için Bolu ve civarında böyle kötü bir yönetim ve buna tepki olacak isyan, karışıklık
yoktur. Oralar nispeten huzur içinde görülmektedir.
Coğrafi açıdan dağları değerlendirmek için haritada Bolu ve Tokat’a şöyle bir göz atmak bile yeter. Köroğlu’nun yurdu Çamlıbel’dir. Bolu da Çamlıbel dağları yoktur. Bolu’nun güneyinde Köroğlu Dağları ve en yüksek noktası olarak Köroğlu Tepesi vardır. Bu ismin Köroğlu anısına daha sonraları verildiği açıktır.
Çamlıbel dağları, Tokat ile Sivas arasında önce doğudan batıya, sonra kuzeye uzanan dağların adıdır. Tokat’a 30-35 km. (O zamanın şartlarında bir günlük yol). Bolu’da da Çamlıbel denen bir yerin olduğunu kabul etsek bile, Köroğlu’nun ta Bolu Çamlıbel’den kalkıp sekiz günlük yoldan Tokat beyinin kızını kaçırıp Çamlıbel’e götürmesi ve kızın babasının da görev yerini terk ederek ta Bolu’ya onu ziyarete gitmesi pek akılcı gelmiyor. Ama Tokat’taki Çamlıbel bir günlük yol ve Tokat Beyinin görev bölgesi. Böyle bir macerada aykırılık görülmüyor.
Zaten Köroğlu da bir şiirinde;
“Tokat pazarından aldım bakırı,
İncitmeyin fukarayı fakiri”
Diyerek, Tokat’la ilgisini, gidip geldiğini kendisi söylüyor.
Çamlıbel dağlarının bugünkü az ağaçlı yarı çıplak haline bakarak, böyle büyük bir macera için ortam olamayacağı da düşünülebilir. Eskiden buralar çok sık ormanlıkmış. O kadar sık ormanlıkmış ki, yüz yıl kadar önce bir yaz zamanı çok büyük yangın çıkmış ve günlerce, haftalarca sürmüş. Öyle ki Çamlıbel dağlarının eteğindeki Kızık köylülerin büyüklerinden dinlediklerine göre, yangın alevlerinin ışığından geceler, gündüz gibi ışırmış. Bir yandan yaz sıcağı, bir yandan yangın sıcağı gündüzleri çalışamayan Kızık’lılar geceleri çalışır olmuşlar, harmanlarını geceleri sürmüşler.
Çamlıbel dağlarında Köroğlu’nun izleri hala duruyor. Köroğlu kayası, Köroğlu mağarası
gibi. Bugünkü Tokat Sivas yolunun il sınırı ile kesiştiği Çamlıbel geçidinde Mustafa Kemal
Paşa’nın 1919 da Samsuna çıktıktan sonra, Tokat’tan Sivas’a geçerken su içtiği, yüzünü yıkadığı
için o günlerin anısına çevre düzenlemesini yapılan ve Atatürk çeşmesi adı verilen çeşmenin adı daha 10-15 yıl öncesine kadar Köroğlu çeşmesi idi.
Çamlıbel Dağları’nın Tokat’a bakan yamaçlarının sırtlara yakın yerlerinde aniden yükselen muhtemelen volkanik bir tepe vardır, Horoz Tepesi. Horoz Tepesinden Tokat’a doğru bakınca dağların çevrelediği çok düz bir ova gözler önüne serilir, Çamlıbel ovası. Tepe ovaya o kadar hakimdir ki, buradan bakan birisi bütün ovayı gözleyebildiği gibi ovanın bitip dağların, tarım alanlarının bitip meraların başladığı yerlerde sırtını bu dağlara yaslamış 8-10 köyü, bunların ve ovanın tam ortasında yükselen bir tepe üzerine Bolus köyünü, Tokat tarafından gelip Bolus köyü yanından geçerek Çamlıbel Dağlarına tırmanan kervan yollarını gözleyebilir. Bu yollar bugünkü Tokat Sivas yolunun daha doğusundan geçen ve hala arazi yolu olarak kullanılan yollar. Ovaya inersek, Çamlıbel Ovası’nda konumuzla ilgili üç önemli işaret buluruz.
Bunlardan birincisi Çamlıbel Ovasında çok eski yıllardan beri dünyanın en kaliteli arpalarından birinin yetişmesidir. Bu arpa o kadar meşhurdur ki, İran’lıların Tokat’a “arpa çukuru” adını vermesine sebep olmuştu. Bu şöhret 1960’lı yıllara kadar devam ediyordu. Lise coğrafya hocamız rahmetli Mesrur Gürgenç bu özelliğe dikkatimizi çekmişti.
İkincisi, Çamlıbel Ovası’nda, Tokat – Sivas yolunun doğu tarafında Yatmış köyü ile Çamlıbel kasabası arasında uzanan sulak çayırlık alan. Çekerek ırmağı düzenlemesi yapılmadan (bundan 10-15 yıl öncesi) bugün bakınca kuru görülen alan, özellikle yağışların bol olduğu sonbahar kış ve ilkbahar aylarında yaban ördeklerinin konup kalktığı sulak bir çayırlık, daha doğrusu balçıklık bir alandı.
Üçüncüsü ise Çamlıbel’den bakınca ovanın ortasında yer aldığı görülen eski adıyla “Bolus”, Aktepe köyüdür. Bolus köyü ovanın ortasında muhtemelen yığma, sonradan oluşturma bir tepenin üzerinde ve etrafındadır. Çok eski zamanlardan beri yerleşim yeri olduğu için bugün sit alanı ilan edilmiştir. Hem bu merkezi konumu, hem de Tokat’tan gelip Sivas’a giden, ordan
Bağdat’a kadar uzanan İstanbul-Bağdat yolunun yanında olması dolayısıyla ovanın idari
merkezi idi. Halen cumartesi günleri Çamlıbel de kurulmakta olan büyük Pazar muhtemelen
Bolus’da kuruluyordu. Yani aynı zamanda ticaret merkezi idi. Yörenin yönetiminden ve kervan
yollarının güvenliğinden sorumlu yönetici de Bolus Beyi adıyla burada oturuyordu. Bugün aynı konumda olan Çamlıbel kasabası daha yeni bir yerleşimdir. Sivas Tokat yolu şimdiki güzergâhtan geçince merkezin ve Pazar’ın Bolus’dan yol üzerinde yeni kurulan Çamlıbel’e geçtiği anlaşılıyor.
Kızık köylülerin anlattığına göre, Köroğlu’nun babası Çamlıbel Dağlarının Sivas’a bakan eteklerinde yer alan Çakmak köylüdür. Bolus Beyi’nin hizmetine girdikten sonra, beyin kendisinden istediği, fakat beğenmediği sonradan meşhur kırat olacak tayı, eski adı “Muhat“ olan Çevreliden almıştır.
Bize göre bundan sonra olaylar şöyle gelişmiştir. Köroğlu’nun babası atı dünyaca meşhur Çamlıbel arpası ile belki başka şeylerde katarak özel bir besiye tabi tutmuş, formunu test etmek için Yatmış köyü yanındaki çayırlık balçığa salmış, at form tutunca oğluna teslim etmiştir. Köroğlu Bolus Beyi’ne karşı isyan etmiş, mücadelesini Çamlıbel dağlarında vermiş, bu arada Tokat’a gidip gelmiş, Tokat beyinin kızını Çamlıbel’e kaçırarak evlenmiştir.
Zamanla Bolus daha kolay söylenen, çok daha iyi bilinen ve hatırlanan “Bolu” olarak söylenmeye ve anlatılmaya başlandı. Böylece Köroğlu ve serüveni Bolu’ya mal oldu.
Hiçbir yerin tarihi, coğrafyası, çevre özellikleri, yer isimleri, halkın anlattıkları bir hikâye ile bu kadar örtüşemez. Aradaki bağları ve bağlantıları görmemek gerçekçilikle bağdaşmaz.
Eğer Köroğlu diye biri yaşadıysa, en azından ömrünün ve maceralarının bir bölümünü burada yaşadı.
Benim yapmaya çalıştığım Köroğlu’nun Tokat’ta yaşadığını ispat etmeye çalışmak değil.
Bu konudaki işaretleri ortaya koyarak araştırmacıların dikkatini çekmektir. Bundan sonrası
edebiyat tarihçilerinin işidir. Köroğlu ile ilgili olarak yapılan araştırmalarda bugüne kadar bir
şey bulunamadıysa beklide olmadığı yerde, Bolu’da, aradığı içindir.
Tokat’ta yapılacak bilimsel araştırmaların anlatmaya çalıştığım izlerin ışığında başarılı olacağına inanıyor, sözü Gazi Osman Paşa Üniversitemize bırakıyorum.
Ama, Köroğlu ve Tokat konusunda anlatacaklarım bitmedi. Köroğlu ile ilgili olarak Tokat’ta anlatılan iki küçük hikâye, bir de yanlış söylenen sözün, Köroğlu’nun ağzından doğrusunu anlatarak bitirelim.
Köroğlu ve Ayvaz bir gece Tokat’ta bir handa aynı odada yatarlar. Gece Ayvaz’ın uykusu kaçmış. Şeytan aklına kötü kötü düşünceler getirmiş. “Bu ne haldir? Beraber vuruyoruz, kırıyoruz, Köroğlu’nun namı gidiyor. Ben ikinci planda kalıyorum. Şu Köroğlu’nu uykusunda öldüreyim de yiğitlik meydanı bana kalsın.”
Köroğlu da uyuyamaz, Ayvaz’ın tedirginliğini sezmiş, sormuş: “Ne o Ayvaz, uyuyamadın, bu gece sende bir hal var.” Ayvaz: “Şeytan aklıma kötü şeyler getiriyor. Düşünüyorum ki beraber eşkıyalık ediyoruz, beraber mücadele ediyoruz senin adın, senin namın gidiyor, ben geri planda kalıyorum. Şu Köroğlu’nu bu gece uykuda öldüreyim de meydan bana kalsın, benim namım alsın yürüsün.”
Köroğlu demiş ki: Benim de uykum kaçtı, şeytan benim de aklıma bin türlü iş getirdi. Ben de düşündüm ki, ben bir Köroğlu’yum, nam benim şöhret benim, bir de bu Ayvaz var benim adımın yanında. Şunu bu gece öldüreyim de, meydan tek başıma bana kalsın.”
Sonra demişler ki: “Bu memlekette insanın aklına olumsuz şeyler getiren bir hal var. Bizi birbirimize düşürecek. Burada yatmayalım.” Hemen kalkmış, hanı ve Tokat’ı terk etmişler.
Köroğlu Çamlıbel’de yalnız gezerken bir çobana rastlar. Çobana selam verir.”Ben Köroğlu’yum şuradan bir koyun ver, kesip yiyelim.” Çoban koyunu vermediği gibi, Köroğlu’na
fena halde tepki göstermiş, kovmuş. Köroğlu sesini çıkarmamış. Ayvaz’la bir araya gelince
demiş ki: “Şurada bir çoban var, ben koyun istedim vermedi, bir de sen iste”. Ayvaz çobana
selam vermiş, kendisini tanıtmış.”Ben Ayvaz’ım Köroğlu’nun selamı var. Şuradan bize bir
koyun ver yiyelim.” Çoban: “Buyur Ayvaz bir de al, iki de al” Demin serserinin biri geldi, ben Köroğlu’yum diye koyun istedi, ben de kovaladım. Hiç Köroğlu davar istemeye kendi gelir mi? Ayvaz’ı gönderir.
Bu, günümüz iş hayatında, iş takibinde de o kadar önemli tespit ki. Bir insanın adının kendisinden önemli olması, selamının iş bitirmeye yetmesi, o duruma gelince de ayakaltında dolaşmaması.
“Yiğitlik ondur, dokuzu kaçmak. Bu söz, genelde çok kullanılır. Aslında doğrusu: “Yiğitlik ondur, dokuzu plândır, siyasettir.”Bu dünyanın gelmiş geçmiş en yiğit adamlarından Köroğlu’nun sözü. Köroğlu bu sözü ve doğruluğunu bizzat yaşamıştır.
Köroğlu’nun hayatı boyunca yenemediği biri vardır, Kiziroğlu. İkisi de birbirinin namını duyar. Buluşurlar ve kimin daha yiğit olduğu belli olsun diye karşılıklı düello yaparlar. Mücadele üç gün sürmüş. Sabahtan başlar, akşama kadar savaşırlarmış. Akşam herkes kendi çadırına çekilir istirahat eder, ertesi sabah yeniden devam ederlermiş.
Üçüncü günün sonunda Köroğlu gücünün bittiğini, ertesi gün yenileceğini anlamış O gece sazını eline almış, hanımına Kiziroğlunun duyacağı şekilde Onu öğen, yücelten, bir türkü söylemiş.
Bir fendinen geldi, geçti Bir at biner alapaça Hay edende haya teper
Kiziroğlu Mustafa Bey Fırsat vermez kırat kaça Huy edende huya teper
Bu dağları deldi geçti Az kaldı ortamdan biçe Köroğlu’nu çaya teper
Kiziroğlu Mustafa Bey Kiziroğlu Mustafa Bey Kiziroğlu Mustafa Bey
Bunu duyan Kiziroğlu, mücadeleyi başa baş bitirmeğe razı olur, barışırlar.”Siyaset” ya da fend (plan) başarır.